Ankara’nın en etkili ve önemli ortağında yönetim değişiyor. AKP iktidarının dış politikada Biden yönetimiyle yeni bir sayfa açması kaçınılmazdır. Erdoğan iktidarı bir seçim öncesinde yapılmaması gerekeni yaparak aday Trump’ı açıkça destekledi. Ancak Trump, Erdoğan’ın “İslam dünyasının lideri” olma özlemini ve düşünü de kökünden dinamitlemişti.

ABD'nin seçimi ve Türkiye

Türkiye için de çok önemli olan ABD seçimlerini Demokrat Parti Başkan adayı J. Biden ve yardımcısı K. Harris kazandı denilebilir.

ABD’de geleneksel olarak ilk dört yılını tamamlayan başkana “ikinci dört yıl şansı” tanınır. Bu seçimde Cumhuriyetçi Parti adayı D. Trump’ın kaybetmesi, bu nedenle, olağanüstü bir durumdur ve sonuç buna göre değerlendirilmelidir.

ABD siyasal yapısı Cumhuriyetçi ve Demokrat olmak üzere iki partilidir. Geleneksel olarak bu iki partinin aralarında “Coca Cola ile Pepsi Cola kadar fark var” denilirse de Cumhuriyetçi Partinin göreli olarak daha tutucu ve sermaye yanlısı, buna karşılık Demokrat Parti’nin daha ilerici; sosyal hakların savunucusu ve emek yanlısı olduğu da bir gerçektir. Nitekim bu seçimlerde bağımsız, demokratik “sosyalist” olduğunu vurgulayan Senatör B. Sanders’in Demokrat Partiden aday adayı olabilmesi bunu kanıtlıyor.

Seçimlere gelelim. Yaptıklarıyla oldukça tanıdık olan ve Türkiye yönetiminin de seçimlerde açıkça desteklediği Trump seçimleri neden kaybetti?

Bu sorunun yanıtı, Trump sonrası yönetiminin niteliklerinin ipuçlarını vereceği için de önemlidir.

Özetle belirtelim ki, “Trump’ın “aşırı otoriter ya da faşizan yönetim” anlayışının ABD demokrasisi için çok büyük bir tehlike oluşturduğu görüşü seçmen desteğini almayı başardı.

TRUMP BÖLÜCÜ DAVRANDI

ABD yönetim yapısında kurumlar ve hukukun üstünlüğü çok önemlidir. Kurumları ve onlarla birlikte hukukun evrensel ilkelerini hiçe sayan Trump, halkı birleştirici değil, bölücü davrandı; yandaşlarını koruyup kollamayı iş edindi; kin ve nefret söylemi kullandı; yurttaşları arasında renk, din, ırk, doğum yeri ayrımı yaptı; özgürlük, eşitlik ve adalet değerlerinden uzaktı; barışçı değildi; silahlanmaya çok kaynak ayırdı; çevre sorunlarına, küresel ısınmaya aşırı duyarsızdı. Halkın değil, büyük sermayenin adamıydı. Halktan gerçekleri sakladı; her başarısızlığını kanıt gösterme gereği duymadan “dış güçlere” bağladı. Adı, yolsuzluk, vergi kaçırma ve özellikle de yabancılara rüşvet olaylarına karıştı. Kendisini eleştirenlere karşı acımasız ve kanıtsız suçlamalar yapmaktaydı. Demokratik gösterilere karşı aşırı güç kullandı. Özgürlüğü savunanlara “nefes” aldırmadı. Doğru yönetemediği COVİD-19 salgını nedeniyle ölümleri olabildiğince önemsizleştirdi.

abd-nin-secimi-ve-turkiye-802342-1.

Tüm bu olumsuzluklarına karşın Trump’ın seçim yarışını at başı götürmeyi başarmasının nedeni esas olarak ekonomide başarısıydı. Trump “Amerika’yı yeniden büyük yapalım” vurgusuyla yerli üreticisini, örneğin Türkiye’den ülkesine çelik satışını sınırlayacak kadar, korumacı davrandı. Bu arada belirtelim Trump ABD demez, bu ülkede de bilinçsizce yapıldığı gibi “Amerika” der; ülkesini tüm kıtanın adıyla anar. Trump, Meksika sınırını kapatarak ve diğer ülkelerden gelen niteliksiz işgücüne vize sınırlaması getirerek, hem işsizliği ABD tarihinde görülmedik ölçüde azalttı hem de ücretlerin düşmesini engelledi.

DÖRDÜNCÜ GÜÇ YA DA ERK

ABD seçimlerinin sonucunu, teslim edilmelidir ki, özgür ve bağımsız basın-yayın belirledi. Demokrasi çözümlemelerinde, bağımsız basın-yayın, yasama, yargı ve yürütmeden sonra, “dördüncü” güç ya da erk olarak yer alır. ABD’de “emir almayan” yandaş olmayan, toplumsal sorumlulukla ve meslek ahlakına göre halkına doğruları ve gerçekleri aktaran basın-yayın, seçimlerde, “Trump kazanırsa ABD kaybeder” ekseninde ve ısrarlı bir tutum sergiledi.

Basın-yayını, hukukun üstünlüğünü ve kurumları savunan; ülkenin özgürlükçü, eşitlikçi, barışçı ve dürüst, evet kamuda ve özellikle de Trump ile çalışmaktayken, her türlü kişisel çıkarını bir tarafa bırakarak Beyaz Saray çevresinde gördüğü yolsuzluğa, rüşvete ve karanlık ilişkilere karşı çıkan dürüst, kesimlerin kararlılığı tamamladı.

‘ÖZGÜRLÜK’ SÖYLEMİ

Demokrat Parti adayı J. Biden, yalnız bu değerleri savunmakla kalmadı; seçim sürecinde birleştirici bir çizgi izledi. Biden, çok daha fazlasını yaptı: yaklaşık 250 yıllık ABD tarihinde ilk kez bir kadını, üstelik Hindistan ve Jamaika kökenli ya da siyahi bir kadını, Kaliforniya Senatörü Kamala Harris’i, yardımcı seçerek tarihsel bir adım attı.

Biden, ABD’nin Trump’ın oluşturduğu “karanlık mevsimden” daha çok özgürlük ile kurtulacağını vurguladı. Covid-19’a karşı bilimsel yaklaşım; İşsizliğe çözüm, insan onuruna saygı, doğruluk, dürüstlük, özgürlük, eşitlik, barış ve bilim umudu verdi.

ABD’nin Trump yönetimi sırasında büyük ölçüde yitirdiği küresel konumunu yeniden kazanacağını vurgulayan ve elbette ülkesinin küresel çıkarlarını önde tutacak olan Biden, dış politikada “diktatörlüklere karşı” olacağını da özenle belirtiyor.

VE TÜRKİYE

ABD seçimlerinin hemen öncesinde Türkiye tarihsel bir dış siyaset yanlışı yaptı; bir seçim öncesinde yapılmaması gerekeni yaparak aday Trump’ı açıkça destekledi. Türkiye, bununla da kalmadı, nedense eski bir demecini de gündeme getirerek, yandaş basın-yayının da yardımıyla, akıl almaz bir biçimde Biden’ın suçlanmasını sağladı.

Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı mektup olayı bir tarafa, Trump, Irak ve Suriye’de sergilediği terör örgütleri desteğiyle; Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla ve Mısır’dan Sudan’a bölge ülkelerinin İsrail ile işbirliği yapmalarını sağlamasıyla, aslında AKP iktidarı, eğer dış politikada tutarlı olsaydı, karşı çıkması gereken adaydı. Kaldı ki Trump’ın Ortadoğu politikası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İslam Dünyasının lideri” olma özlemini ve düşünü de kökünden dinamitlemişti.

Yine de Erdoğan iktidarının dış politikada Biden yönetimiyle yeni bir sayfa açması kaçınılmazdır. O beyaz sayfanın nasıl yazılacağını göreceğiz. Ancak, Türkiye ABD ilişkilerinde yeni bir başlangıç yapılabilmesi için şu iki karanlık noktanın açıklanması mutlaka sağlanmalıdır.

1980 DARBESİNDE CIA ETKİSİ

Birincisi, daha önce de bu köşede yazdım. Türkiye’de gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde ABD Merkezi Haberalma Örgütü-CIA’nin yeri ve etkisi, o yıllara ait belgelerin tamamının yayınlanmış olmasına karşın, darbe kısımları silindiği için, bilinmezliğini koruyor. Eğer askeri darbeler konusundaki “kesinkes karşı olma” görüşlerinde zerre kadar içtenlikliyse, Erdoğan, ABD’nin yeni yönetiminden CIA belgelerinin tümüyle açıklanmasını istemelidir.

İkincisi, CIA’nın çok önceden başlattığı ve Soğuk Savaşın 1990’da sona ermesinden sonra varlığını sürdüren ve CIA eski 2. Başkanı G. Fuller’in dilimize de çevrilmiş olan yazdıklarında somutlaşan bir yaklaşım var: Türkiye’de tüm Ortadoğu ülkelerine örnek olacak bir Siyasal İslam’ın iktidarının işbaşına gelmesi. CIA’nin ülkemizde Siyasal İslam’ın yükselişi sürecinde yaptıklarını sorgulamasını AKP iktidarından istemek olayın “doğasına ters” düşer. Ancak son günlerde yeniden gündeme gelen Kozmik Odaya girilmesi olayına CIA ne kadar karıştı sorusu açıklık mutlaka açıklık kazanmalıdır. Bu nokta, AKP’nin duyarlı göründüğü FETÖ konusunun açıklık kazanmasına da katkı sağlayacağından önemlidir.

BIDEN DÖNEMİ OLASI

Kısaca, Türkiye’nin en etkili ve önemli ortağında yönetim değişiyor. Değişiyor diyorum çünkü bu satırların yazıldığı sırada kesin sonuç alınmamıştı ve Trump yargıya giderse daha bir süre sonuçlanmayacak. Ancak Biden Ocak 20’de üstleneceği başkanlığa hazırlanırken Trump yine delil göstermeden, seçime “hile” karıştırıldığını, oylarının “çalındığını” bizim için de tanıdık “bir şeyler olmuştur” yaklaşımıyla öne sürüyor. Dahası Beyaz Saray’da kendisine “gerçeği” söylemeye kimsenin cesaret edemediği, bunu yapacak en güçlü adayın “damadı” olduğu fısıldanıyordu.

abd-nin-secimi-ve-turkiye-802340-1.

Şurası bir gerçektir ki tüm eksiklerine karşın ABD düzeni işleyecek ve Biden-Harris ikilisi iş başına gelecektir. ABD’nin yeni yönetimi, hukukun üstünlüğüne, kurumların güçlenmesine daha çok demokratikleşmeye önem vererek ülkesi içinde ayrımcı değil birleştirici, baskıcı değil, özgürlükçü, savaşçı değil barışçı; dinci-ırkçı değil eşitlikçi olmaya çalışacaktır.

Hiç kuşku yok ki Biden-Harris ikilisi bu evrensel değerleri izlemeyi uluslararası ilişkilerinde de sürdürecektir. Bu gelişme kaçınılmaz olarak, dünyada ve ülkemizde bu değerlerin güçlenmesinde etkili olacaktır.