Dünyanın gözü bugünkü ABD seçimlerinde. Seçimlerin sonucu ne olursa olsun, ABD’nin tüm dünyada ekonomik, politik, kültürel üstünlüğüne dayanan hegemonyasının gerilemesi kolay toparlanamayacak.

ABD'nin seçimini beklerken

Bugün ABD’de başkanlık seçimleri yapılıyor. Pazar günü itibarıyla 92 milyon seçmen oyunu kullanmıştı ki, bu 2016’daki toplam oyun yüzde 62’sine denk geliyordu. Bir an önce sandık başına koşma telaşının ülkede günlük vaka sayısı 100 bini aşmışken Covid-19 virüsünden korunma kaygısıyla ilintili olduğu açık. Öte yandan, sokağa çıkmanın dahi böylesine risk taşıdığı bir ortamda bile oy kullanma oranının önceki seçimlerin üzerine çıkacağı şimdiden anlaşılıyor. Bu da Amerikan kamuoyunun 2020 seçimlerine ne denli anlam yüklediğinin kanıtı gibi görünüyor.

İngiltere, Fransa, Almanya gibi burjuva demokrasisinin daha derin kök saldığı ülkelerde bilindiği gibi seçim sonuçları kısa sürede ilan edilir, sayım ve dökümün usulünce yapıldığına ilişkin pek bir tartışma da yaşanmaz. Ne var ki ABD’de birazdan daha ayrıntılı değerlendireceğimiz gibi seçim sistemi çok karmaşık, seçmen iradesini yansıttığı da çok şüpheli. Bu nedenlerle Salı akşamı seçim sonuçlarının netleşmesi olasılığı pek yüksek görünmüyor. Ancak şimdiden Donald Trump’ın “kazandım”, “kazanıyorum” tarzı tweetler atacağını öngörmek pek zor değil.

SONUÇ ABD’NİN KÜRESEL HEGEMONYASINI GERİ GETİRMEYECEK

Joe Biden’in seçimi kazanması halinde Uluslararası Liberal Düzen’in restore edilebileceği, ABD’nin yıpranan itibarının tekrar kazanılabileceği konuşuluyor. Gerçekten de Biden yönetiminde NATO’nun, DTÖ’nün daha etkin devreye sokulması, kurumsal yapıların onarılması, uzmanların, akademisyenlerin sözlerine daha fazla kulak verilmesi beklenebilir. Ancak ABD’nin ekonomik, politik, kültürel üstünlüğüne dayanan hegemonyasının gerilemesi Trump öncesine dayanıyor. Tarihsel sürecin de bize hatırlattığı gibi, liberal küresel ekonomik sistem teknolojide en ileri giden, mal ve hizmet üretimi en yüksek rekabet gücüne sahip ülkenin lehine işler.

Zaten Trump da bir yönüyle, başta Çin gelmek üzere Asya’nın yükselişine, ABD’nin göreceli gerileyişine tepkinin, Amerikan emperyalizminin zayıflayan ekonomik gücünü askeri maceralarla tekrar tesis etme stratejisinin geri tepmesinin bir ürünüydü. Bu küresel güç dengeleri çerçevesinde bakıldığında Biden da seçilse ABD’nin 2.Dünya Savaşı sonrasındaki kapitalizmin tartışmasız lideri konumunu tekrar kazanması, bu yolla küresel kapitalizmin istikrara kavuşması beklenmemeli.

ÜLKEDE IRKÇILIĞIN YAYGINLAŞMASININ NESNEL TEMELLERİ

ABD’nin imalat sanayinin gerilemesiyle işini kaybetmiş veya geliri ve yaşam standardı gerilemiş çoğunlukla beyazlardan oluşan, bir kısım emekli geniş bir kitle var. Bunlar her kuşağın bir öncekinden daha yüksek refah düzeyine kavuşacağı, ailelerin kısa sürede kendi evine, arabasına sahip olacağı varsayımına dayalı Amerikan rüyasının sona ermesinden kendileri ve çocukları adına son derece hoşnutsuzlar.

Yaşadıkları dertlerin dış güçlerden, Çin’den, ülkedeki siyah ve Latin asıllı azınlıktan, Müslümanlardan kaynaklandığı anlatısına inanmaya çok hazırlar. Komplo teorilerinden, reaksiyoner fikirlerden, ırkçı akımlardan beslenmeye son derece yatkınlar. Buna karşın siyahlar da polisin ayrımcılığından, ağırlıkla daha riskli temel hizmetler sektöründe çalışmalarının da etkisiyle pandeminin kendilerini daha şiddetle vurmasından hoşnutsuzlar. Obama’nın 2008’de başkan seçilmesiyle ülkede yerleşik ırkçı eğilimlerin sönümleneceği, ayrımcı uygulamaların azalacağı, ırkçılık sonrası bir Amerika umudunun yeşereceği düşüncesi hakimdi. Bu gerçekleşmediği gibi aksine gelir ve servet dağılımı bozuklukları derinleşti. Pew Araştırma Merkezi’nin en son tahminlerine göre beyazlarda medyan servet 171 bin dolarken, siyahlarda 17 bin 100 dolardı. Bu Obama öncesi dönemden daha vahim bir uçuruma işaret ediyordu. Üstelik farklı etnik kesimlerden kişileri emek ekseninde birleştiren, bir “biz “ duygusu kazandıran sendikaların zayıflatılması, daha küçük işletmelerin yaygınlaşmasıyla farklı kimliklerin üretimde yan yana gelememesi gibi etmenler ülkedeki etnik temelli fay hatlarını derinleştiriyordu.

ABD’NİN ADALETSİZ SEÇİM SİSTEMİ

Zaten ABD’nin çok tartışmalı seçim sistemi de, köleliğin yaygın olduğu, genel oy hakkının tanınmadığı Konfederal döneme kadar uzanıyor. Her eyaletin o coğrafyadaki yerleşim bölgesi ( temsilciler meclisi üyesi ) sayısı artı 2 senatör olmak üzere seçiciler kurulunda oy hakkı bulunuyor. Toplamda 538 üyeden daha fazlasının desteğini kazanan aday başkan seçiliyor. Bu sistem New York, Kaliforniya, Teksas gibi büyük eyaletlerin aleyhine; Wyoming, Kuzey ve Güney Dakota gibi eyaletlerin lehine işliyor. Genelde de kırsal kesime şehir merkezlerine göre avantaj sağlıyor. Bir eyalette bir adayın diğerini %1 farkla veya %30 farkla geride bırakmasının fazla önemi bulunmuyor. “Kazanan hepsini alır” sistemine göre delegeler seçiliyor. Bu sistem 2000’de Al Gore’un, 2016’da Hillary Clinton’un daha fazla ulusal oy toplasalar da seçimi kaybetmeleri gibi bir sonuç doğurabiliyor.

Seçim sonucunun büyük ölçüde Iowa, Georgia, Florida, Pensilvanya, Wisconsin, Ohio gibi iki tarafa da meyledebilecek eyaletlerdeki (swing states) oy tablosuna göre belirlenmesi bekleniyor. 2016’da Hillary Clinton’a yüzde 91, Trump’a ise yüzde 6 destek veren Afrikalı-Amerikalıların bu kez de Trump’a oy vermeyeceği ortada. Gelgelelim 2012’de özellikle Obama’ya destek için seçime yüzde 66.6 katılım gösteren siyahların 2016’da sadece yüzde 59.6’lık oranla sandık başına gittikleri biliniyor. Bazı yorumlara göre seçimin kaderini, özellikle kritik eyaletlerde siyahların 3 Kasım seçimlerine ilgisi belirleyecek

Özellikle George Floyd’un öldürülmesi sonrası yaz aylarında beyazların da yoğun katılım gösterdiği protesto hareketlerinin yaygınlaşması, Siyah Yaşamları Önemlidir akımına desteğin artması gözlendi. Buna karşılık beyaz üstünlüğüne dayalı ırkçı hareketler de çoğunlukla da silahlarıyla sokağa indi, Proud Boys benzeri Trump’ın arkasında konuşlanan militan ırkçı gençlik grupları boy gösterdi. Trump’ın kaybetmesi halinde seçim sonuçlarını tanımayabileceğini ima etmesi de gerginliği artırıyor. Amerikan sokaklarını önümüzdeki günlerde, salgının da etkisini artırdığı bir kavşakta ciddi bir karmaşa ortamı bekliyor olabilir.

SOSYALİSTLERİ ZOR BİR KARAR BEKLİYOR

İşte bu koşullarda sandık başına gidilirken veya oy tercihi postayla gönderilirken sosyalistler zor bir karar vermek zorunda. Trump’ın tecavüzcülük iddiasının muhatabı, vergi kaçakçısı, göz kırpmadan yalan söyleyen, halkı birbirine karşı kışkırtmaktan çekinmeyen pespaye bir şahsiyet olduğu su götürmez. Kendisi küresel iklim değişikliğini inkar eden,Covid-19 salgınını hafifseyen, bilim insanlarının, konunun uzmanlarının uyarılarını göz ardı eden bilim ve Aydınlanma karşıtı bir zihniyetin de taşıyıcısı. “Sağ populist” diye de nitelenen otoriter, faşist eğilimli Macar Orban, Brezilyalı Bolsonaro, Filipinli Duterte gibi figürler açıkça Trump’ı destekliyorlar. Bizim İslamcıların da gönlünün sözde Türkiye’nin ali çıkarlarını bahane ederek, “Müslümanların ABD’ye girişleri durdurulsun” diyebilmiş, “Türkiye ekonomisini mahvederim” diye tehditler savurabilmiş Trump’tan yana olduğu açık. Bir sosyalistin ise zaten böyle bir faşiste oy vermesi düşünülemez.

Gelelim George Biden’a; ABD’nin Irak işgalinin açıkça bayraktarlığını yapmış; Obama’nın yardımcısı olduğu dönemde “ılımlı muhaliflerin” Suriye’yi bir iç savaşa sürüklemesine neden olmuş; Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi ve ülkenin harabeye dönmesinde vebali bulunan; Brezilya’da Dilma Rouseff’in azlini, Lula’nın etkisizleştirilmesini, iktidarın sağa geçmesini kurgulayan, velhasıl geçmişinde 1001 melanet bulunan bir figürden söz ediyoruz.

Ne var ki önerdiği politikalara bakınca, geçen haftaki yazım��zda ekonomik boyutunu ayrıntılarıyla irdelediğimiz gibi, Clinton’un, Obama’nın daha solunda, ABD’de Demokratik partili bir aday standardında kabul edilebilir politikalarla seçmenine seslendiğine tanık oluyoruz. Asgari ücretin saatlik 15 dolara çıkarılmasını, kurumlar vergisinin yüzde 28’e çekilmesini, Paris İklim Anlaşması’na uyulmasını, Rusya ile orta menzilli füzelerin sınırlandırılması müzakerelerine başlanmasını, İran’la tekrar diplomasi masasına oturulmasını önermek gibi…

Geçtiğimiz hafta, açıkça Biden’ı destekleyen New York Times sayfalarını serbest gazeteci Zeeshan Aleem’in “Sosyalistler Niçin Biden’a Oy Vermeli” yazısına açtı. Aleem özetle Biden’a oy verirsek daha rahat örgütlenebiliriz, herkes için sağlık politikasının hayata geçmesi için mücadele edebiliriz, Yeni Yeşil Anlaşma metninin uygulanması için basınç yapabiliriz diyor. Bu politikalar belki sosyalizmin gerçekleşmesi anlamına gelmeyecek, ama işçilerin özgürleşmesinin yolunu döşeyecek, tezini öne sürüyor.

Açıkçası Aleem’in tezleri oldukça naif görünüyor. Krystal Ball adlı bir yorumcunun “burnunu tıkayarak oy vermek” fikri bana sanki daha gerçekçi geliyor. Belki “orta yolcu" diye yaftalayacaksınız ama; şu andan sonra çıkıp da, “şu Trump’ın tepe taklak olması için oy esirgemeye gönlüm elvermedi" diyene de, “burnumu tıkasam da midem Biden’ı kaldırmadı” mazeretiyle sandıktan uzak durana da söyleyecek lafım olmaz…