ABD’nin Venezuela politikası, Latin Amerika’da on yıllardır hükümetleri devirmek için izlenen yöntemleri bire bir takip ediyor. Nihayetinde eğer bir ülkenin liderinin “yüreğinde ABD çıkarları yatmıyorsa,” o ülke demokratik değildir

ABD’nin Venezuela’da rejim değiştirme stratejisi

Garry Leech

Venezuela’yı yakından takip edenler için ülkeye yönelik ABD politikasının “déjà vu” hissi yarattığı şüphesiz. Çünkü ABD’nin benimsediği rejim değişikliği politikası, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Latin Amerikalı birçok ülkede uyguladığı politikanın neredeyse tıpatıp aynı.

Söylemlerin aksine ABD’nin rejim değişikliği politikası, liderlerin demokratik yöntemlerle seçilip seçilmediğiyle, ya da olası müdahalelerin yaratacağı insan hakları felaketleriyle ilgilenmiyor. Aslına bakarsanız ABD’nin son 65 yılda başarıyla devirdiği Latin Amerikalı liderlerin hemen hepsi demokratik yollarla seçilmişti. Bunlardan bazıları; Guatemala’dan Jacobo Arbenz (1954), Şili’den Salvador Allende (1973), Haiti’den Jean Bertran Aristide (2004), Honduras’tan Manuel Zelaya (2009)’idi. Washington tüm bu liderleri ekonomik yaptırımlar vasıtasıyla hedefe oturttu ve yaratılan insani krizler askeri müdahaleyi meşru göstermek için gereken koşulları yarattı.

Chavez’e darbe teşebbüsü
Tüm bu uygulamaların ortak paydası bu hükümetlerin ABD’nin bölgesel çıkarlarına aykırı koşacak cüreti göstermiş olmaları. Latin Amerikalı devletlerin ABD çıkarlarından ziyade kendi halklarının çıkarlarını ön plana koymasını kabul etmiyorlar. Dönemin CIA direktörü George Tenet’in Senato İstihbarat Komitesine verdiği demeçte de bunu görüyoruz. Tenet oturum esnasında Venezuela Devlet Başkanı Chavez’in “yüreğinde ABD çıkarlarının olmadığını” küstahlıkla dile getirmişti. İki ay sonra, ABD ülkedeki kalkışmaya destek verdi.

1998’de iktidara gelen Chavez’e yönelik ilk ABD destekli teşebbüstü bu. Darbe girişiminden sonra Washington iktidara “yüreğinde ABD çıkarlarını taşıyan” birilerini getirme çabalarını sürdürdü. Muhalif gruplara USAID aracılığıyla sağladığı yardımı arttırdı. Wikileaks’in sızdırdığı bir belgeye göre Venezuela’daki ABD Elçiliği’ne gönderdiği bir belgeye göre ABD, topluluk liderleri üzerinde etki sahibi olarak onları “Chavizmden yavaş yavaş uzaklaştırmaya” çalışıyordu. Aynı belgeye göre “Chavez uluslararası arenada yalnızlaştırılmak” isteniyordu.

Ortak emperyal kibir
Kasım ayı başında Trump, çemberi daha da daralttı ve Venezuela’nın altın ihracatına yaptırım uygulayan bir kararnameye imza attı. Venezuela dünyanın en büyük altın rezervlerinden birine sahip ve ekonomik krizin üstesinden gelmek için çareyi altın ticaretinde bulmuştu. Kararnamenin bir hafta sonrasında İngiltere yaptırımlara ayak uydurdu ve 550 milyon dolar değerindeki 14 ton Venezuela altınını ülkeye iade etmeyi reddetti. Bu altın Venezuela’ya aitti ve İngiltere Merkez Bankası’nın kasasında saklanıyordu. Petrol şirketi CITGO vakasında gördüğümüz gibi, Venezuela yalnızca kendinin olanı geri istiyordu, hepsi bu. İngiltere ve ABD’nin, Venezuela’nın kendi varlıklarıyla ne yapıp ne yapamayacağına karar verecek yetkiyi kendilerinde görmeleri bu iki ülkenin emperyal kibrine işaret ediyor.
Bu hafta açıklanan bilgilere göre Trump yönetimi Venezuela’yı ABD’nin “terör destekçisi ülkeler” listesine eklemeyi ve dolayısıyla daha sert yaptırımları yürürlüğe koymayı amaçlıyor. Venezuela’yı terör destekçisi ilan etmek büyük bir saçmalık. İsminin açıklanmaması koşuluyla konuşan ABD’li bir yetkili Venezuela’nın teröre ne şekilde destek verdiğini kanıtlamanın çok zor olacağını kabul etti. Çünkü böyle bir şey yok! Ancak ABD, kanıt eksikliğinin bir ülkeyi işgal planlarının önüne geçmesine asla izin vermemiştir ve bunun en bariz örneği Irak’ın sahip olduğu söylenen “kitle imha silahları” olmuştur.

WashIngton’In klasik stratejisi
Washington’ın rejim değişikliği stratejisi yeni değil. Bunun klasik bir örneğini 1970’te sosyalist Salvador Allende Şili’de iktidara geldiğinde gördük. Nixon yönetimi ülkede istikrarı bozmaya yönelik hamlelere girişti ve dönemin kabine üyelerinden birinin söylediği gibi “Şili ekonomisini bağırtacak” politikalar izledi.

CIA 18 ay boyunca şirketleri, dükkanları ve nakliye kamyonlarını fonlayarak grev yapmalarını sağladı, temel ihtiyaçlarda kıtlığa düşülmesini sağlayarak ekonomiyi başarıyla “bağırttı.” Yıllar sonra gizliliği kaldırılan belgeler AB’nin silahları muhalif gruplara da destek verdiğini ve darbe planları yapan askerler ile birlikte çalıştığını ortaya koyuyor. 1973 geldiğinde Şili, askeri darbeyi meşru gösterecek kadar sarsılmıştı. Darbenin lideri General Agusto Pinochet, Allende’nin politikalarının birçoğunu ortadan kaldırdı ve ülkenin elitlerinin ve ABD şirketlerinin çıkarları doğrultusunda hareket etti. Sonraki 18 yıl boyunca ülkeyi diktatörlükle yönetti, Washington’dan aldığı destekle ülkeyi bir insan hakları faciasına çevirdi.

ABD’nin Venezuela politikası, Latin Amerika’da on yıllardır hükümetleri devirmek için izlenen yöntemleri birebir takip ediyor. Washington’ın bakış açısına göre, bir hükümet ABD ekonomisinin ve çokuluslu şirketlerin çıkarlarından ziyade kendi halkının çıkarlarına hizmet ediyorsa, demokratik yollarla seçilmiş olsa bile alt edilmelidir, rejim değiştirilmelidir. Bu strateji Şili’de işe yaradı. Haiti’de işe yaradı. Bahsi geçen diğer Latin Amerika ülkelerinde de işe yaradı. ABD, demokrasiyi yine hiçe saymak ve Latin Amerikalıları ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya bırakmaktan çekinmiyor. Nihayetinde eğer bir ülkenin liderinin “yüreğinde ABD çıkarları yatmıyorsa,” o ülke demokratik değildir.

Kaynak: Counter Punch’tan
Çeviren Fatih Kıyman