ABD Afganistan’a, daha doğrusu Avrasya ve Ortadoğu’ya yönelik stratejisinin değişmesi sonucunda bu ülkeyi terk etti. ABD’nin yeni Ortadoğu ve Batı Asya stratejisi, bölgede az sayıda muharebe gücü bulundurmak, vekil devletlerle egemenliğini düşük maliyetle sürdürme hesabına dayanıyor.

ABD’nin yenilgisi ve küresel dengeler

Doğrudur, Taliban 20 yıl aradan sonra Afganistan’da tekrar iktidarı ele geçirmek anlamında büyük bir zafer kazandı. Ama bu başarı asla askeri bir mücadelenin sonunda gelmedi. Çünkü ABD Afganistan’a, daha doğrusu Avrasya ve Ortadoğu’ya yönelik stratejisinin değişmesi sonucu ülkeyi terk etti. Zaten 2020 Şubat’ında, daha Trump döneminde Doha’da Taliban ile imzalanan “barış” anlaşmasıyla işin rengi belli olmuştu. Dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, bizzat Taliban’ın bugünkü siyasi lideri Molla Abdülgani Baradar ile masada el sıkışmıştı.

CARTER DOKTRİNİ'NİN SONU

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi bir anlamda 1980’den beri geçerli olan Carter Doktrini’nin geride kalmasını da simgeliyor. 1980’de ABD Başkanı Jimmy Carter, gerektiğinde Amerikan çıkarlarını korumak için Basra Körfezi’nde askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceklerini ilan etmişti. O günlerde ABD’nin petrol ithalatının yüzde 30’u bölgeden yapılıyordu. 2001’de ABD Afganistan’ı işgal ettiğinde bu oran hemen hemen değişmemişti. Ancak bugün, özellikle kaya petrolü üretiminin artması sonucu, Körfez ülkelerinden gerçekleşen petrol ithalatı yüzde 13’e gerilemiş durumda.


Bilindiği gibi Taliban, 1979 Sovyet işgali sonrası ABD eliyle kurdurulan Mücahitler örgütünden türemiş bir yapı. Bir bakıma Amerika’nın kendi eseri… 1996-2001 arasındaki Taliban iktidarına, ABD işgali 11 Eylül saldırısını düzenleyen El Kaide’nin bölgede konuşlanmasını gerekçe göstererek son verdi. Böylelikle Washington, sınırlı ekonomik güce sahip, denize çıkışı bulunmayan ama Avrasya bölgesine egemen, dolayısıyla jeopolitik önemi yüksek bir coğrafyayı ele geçirmiş olacaktı.

Bugün ise Obama döneminde başlatılan Çin’i çevrelemeyi merkez alan bir politika geçerli. 2021’in Mart ayında açıklanan ulusal güvenlik stratejisi dokümanında Rusya ve Çin’e karşı “büyük bir güç mücadelesi” içerisinde bulunulduğu açıkça ilan edildi. Böylelikle Çin “stratejik ortaktan”, “stratejik rakip” statüsüne geçirilmiş oldu.

ABD’NİN AFGANİSTAN FİYASKOSUNUN NEDENLERİ

Taliban’ın göreceli başarısı örgüt yapısını korumasından, elinin altında inançlı 70 bin kişilik bir orduyu hazır tutmasından kaynaklanıyor. 2001 işgalinden bu yana Amerika’nın kurumsal yapıları yerleştirememesi, ekonomik faaliyetleri geliştirememesi, sosyal programları yaygınlaştıramaması da, Afgan halkının kalbini kazanamamasının objektif nedenleri. Aksine, işgal sonrası yaygın baskı ve işkenceler hâlâ belleklerden silinmiş değil. Göstermelik seçimlerle iktidara gelen yöneticilerin yolsuzluklara batması, Amerikan işbirlikçisi sınırlı bir çevre dışına refahın yayılmaması da Taliban’a karşı, başta Şii Hazaralar gelmek üzere, etnik ve mezhepsel tepkilerin dışında ciddi bir direniş gelişmesini engelledi. Zalim Özbek General Raşit Dostum gibi saraylarda yaşayan derebeyleri de Amerikancı yönetime tepkileri yükseltti.

20 yıllık sürede ABD 2 bin 500 askerini yitirdi, 1 trilyon dolar harcama yaptı. Ölenler tüm savaşlarda olduğu gibi yoksul halkın çocuklarıydı. Amerikan halkı zaten yeni işgaller, ceset torbalarında memlekete dönen gençler istemiyor. Yalnız 1 trilyon dolar rakamı üzerinde de iyi düşünmek gerekiyor. Evet, söz konusu para Amerikan vergi mükellefinin cebinden, savunma bütçesinden çıkmış olabilir. Ancak bu, Afgan halkının refahına; eğitim, sağlık, konut ihtiyacına harcandığı anlamına gelmiyor. Büyük ölçüde silah şirketlerine ve ihaleleri aralarında paylaşan özel sektör müteahhitlerine saçılan bir para var ortada. Aynı Irak işgalindeki gibi…

AFGAN HALKINI NELER BEKLİYOR?

Ne yazık ki modernite, yurttaşlık bilinci, hoşgörü kültürü, sosyal hukuk devleti ilkeleri etrafında bir ulus inşa edemeyen Afganistan, yine geri feodal bir kültüre dayanan, İslami öğretiye göre ülke yönetme iddiası taşıyan Taliban’ın ellerinde. Özellikle kadınlar ve çocuklar için korkarız ki bir kez daha cehennem günleri başlıyor.

Taliban şimdilik, ABD ile yaptığı uzlaşma çerçevesinde ve dünyadan tecrit edilmeme kaygısıyla ılımlı mesajlar veriyor. Ancak o gevşek yapıda, çok sayıda farklı gruptan oluşan bir örgütlenmeye sahip olduğu için, tabanda disiplini sağlaması, yereldeki zulüm ve şiddet vakalarını engellemesi zor görünüyor.
Tam Siyasal İslam’ın yıldızının söndüğü bir dönemdeki bu diriliş, tüm dünyadaki cihatçılar için bir ilham ve moral kaynağı olmaya aday. ABD’yle vardığı anlaşma çerçevesinde farklı İslami terör örgütlerinin ülkede konuşlanmasını, eğitim ve hazırlık için Afganistan’ı üs seçmelerini nasıl engelleyeceğini zaman gösterecek. El Kaide ile geçmişten gelen yakın ilişkilerini; iki örgüt arasındaki geçişliliği, karşılıklı evlilikleri, ekonomik bağları bilenler için, Taliban’ın ABD’ye söz verdiği üzere araya nasıl mesafe koyacağı da bugünden kestirilemiyor.

Taliban sonunda kamu yönetimi deneyimi ve birikimi bulunmayan, eğitim düzeyi son derece düşük kadrolardan oluşan bir yapı. ABD’nin 20 yıl boyunca yetiştirdiği işbirlikçilerini de beraberinde götürmesi, kaçınılmaz biçimde büyük bir yönetim boşluğu ortaya çıkacağını düşündürüyor. Afganistan kişi başına gelirin 500 dolar civarında seyrettiği, ekonomisi sebze ve meyve üretimi, madencilik yanında uyuşturucu ticaretine bağlı son derece yoksul bir ülke. Taliban sınırları kontrol ettiği için ticaretten vergi topluyor, eroin üretimini elinde tutuyor, bu sayede örgütün finansmanını sağlıyordu. Şimdi yönetim sorumluluğunu üstlenince; kamu çalışanlarının maaşlarını ödemek, temel hizmetleri sürdürmek, ekonominin çarklarını işletmek gibi yükler altına girecek. Ülkenin döviz rezervlerinin tüketilmiş olması, iddialara göre kasalardaki son dolarların da Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin taraftarlarınca talan edilmesi, IMF’nin ülkelere sağladığı rezerv kolaylığından Afganistan’ı mahrum etmesi gibi nedenler de Taliban’ı ekonomik açıdan zor günler beklediğinin göstergeleri.

ABD’NİN BÜYÜK İTİBAR KAYBI

Taliban’ın aslında askeri bir zafer kazanmadığını söylemek, ABD’nin ciddi bir itibar kaybına uğramadığı anlamını taşımıyor. Öncelikle, Taliban’ın öngörülenden hızlı ilerleyişi yüzünden silahlı kuvvetlerin düzenli bir çekilme gerçekleştiremediği; çok sayıda silahı, askeri araç ve gereci bile alamadan apar topar kaçtığı ortada. Kabil havalimanındaki keşmekeş, çaresiz insanların son bir umutla uçaklara binme gayreti tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde gerçekleşti. Bu olaylar zinciri Joe Biden’a, Beyaz Saray’a yerleştikten sonraki en büyük prestij kaybını yaşattı.

Trump döneminde alınan Afganistan’dan çekilme kararını uygulamak Biden yönetimine kalmış da olsa, çiçeği burnunda başkan için bu hamle ideolojik ve politik anlamda da büyük bir darbe niteliği taşıyor. Çünkü Biden ABD’nin yıpranan hegemonyasını tekrar inşa etmek, liberal enternasyonalizm çerçevesinde kapitalist küreselleşmeyi canlandırmak iddiası taşıyordu. NATO, BM, DTÖ, DSÖ gibi kurumsal yapılar ABD liderliğinde güçlendirilecek; insan hakları, demokrasi, özgürlükler, serbest piyasa değerleri etrafında aktif bir dış politika izlenecekti. Hâlbuki şimdi Afganistan’da bu iddialardan vazgeçiliyor, başta kadınlar Afgan halkı söz konusu değerlerden nasibini almamış Taliban’ın insafına terk ediliyordu.

Aslında Afganistan’da Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 36 ülkeden güç konuşlanmıştı. Operasyondan NATO yetkilileri dâhil, “müttefik” ülkelerin dahi haberdar edilmediği yapılan açıklamalardan anlaşılıyor. Kritik bir eşikte, böyle bir acemilik ve beceriksizlik sergileyen bir gücün, askeri ve ekonomik kurumsal yapıları nasıl ayağa kaldıracağı, dünya liderliği iddialarını hangi icraatlarla inandırıcı kılacağı şüphe uyandırıyor.

BIDEN'IN YENİ ORTADOĞU PLANI

ABD’nin yeni Ortadoğu ve Batı Asya stratejisi; bölgede olabildiğince az sayıda muharebe gücü bulundurmak, kurmay fonksiyonlarla ve vekil devletlerle egemenliğini düşük maliyetle sürdürmek hesabına dayanıyor. Bu çerçevede gerici, monarşik rejimlere sahip Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt, Katar, Bahreyn gibi Körfez İşbirliği Ülkeleri`nin kilit rol oynaması planlanıyor. Sözü edilen ülkelerin iç işlerine karışılmayacak, demokratik bir rejime sahip olmamaları görmezden gelinecek, ancak aşırı davranışlardan uzak durmaları beklenecek. İsrail ile iyi ilişkiler kurmak, birbirleriyle çekişmeleri en aza indirmek, İdlip gibi kilit yerler hariç cihatçı örgütlerden desteklerini çekmek gibi bir işleyiş öngörülüyor.

Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’in İsrail’e yaklaşması; Katar ile BAE ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin yumuşaması; Tayyip Erdoğan’ın Mısır’da Sisi, BAE’de Zayed ile gerginliklere son vermesi, Doğu Akdeniz politikasında geri adım atması, Libya’da yine ABD’nin dümen suyuna girmesi Biden’ın bölge planlarının büyük ölçüde işlediğinin belirtileri sayılabilirdi. Şimdi Afganistan fiyaskosu ile ABD’nin bölgedeki otoritesinin sarsılıp sarsılmadığını da zaman gösterecek.

BÖLGE ÜLKELERİNİN AFGANİSTAN'A BAKIŞI

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi bölgenin stratejik öneme sahip ülkelerinde “ihtiyatlı” bir memnuniyet yaratmış görünüyor. Rusya; ülkelerine yönelik şeriatçı tehditten ürken Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan’ın kendi yörüngesine girmesini beklerken, Çeçen ve Dağıstanlı İslamcıların yeni bir saldırı üssü elde etmesi ihtimalinden tedirgin. Çin aynı şekilde bir yandan ABD’yle komşu olmaktan kurtulduğuna sevinirken, bir yandan Uygurlu cihatçıların cesaret bulması kaygısını taşıyor. İlişkide bulunduğu ülkenin rejiminin niteliğine aldırmaksızın Afganistan’ı altyapı projelerinde ve bölgesel ticarette bir geçiş yolu yapmanın hesaplarını yapıyor. İran artık ensesinde ABD’nin nefesini hissetmediğine sevinirken, nüfusun 9’unu oluşturan Şii Hazaralar’a yönelik ayrımcılıktan endişeleniyor. Pakistan, hasmı Hindistan ile iyi ilişkileri bulunan Afgan yönetiminin devrilmesinin keyfini yaşarken, kendi topraklarında İslami terörün canlanmasının korkusunu hissediyor.

AKP REJİMİ VE AFGANİSTAN

AKP rejimi ise, Afganistan’da yaşananlardan hoşnut görünüyor. Öncelikle siyasal İslamın başarıları gerçekten de Erdoğan’ın “Taliban’la önemli bir inanç farkımız yok” sözlerine yansıdığı gibi onları sevindiriyor. Taliban sözcüsü bizimkilerin ihale alma iştahlarını sezmiş olacak ki, “Sağlık, eğitim, ekonomi, inşaat ve enerji alanında ve bakir yeraltı zenginliklerinin işlenmesi konusunda Türkiye ile işbirliği yapmak istiyoruz” diye ağızlarına bir parmak bal çalmayı ihmal etmiyor. Türkiye, her zamanki gibi sınıra dayanacak mülteciler üzerinden AB’ye karşı yeni bir kaldıraca kavuşmayı, belki yeni fonlara konmayı umuyor. ABD ile ilişkilerinde ise Afganistan sayesinde yeni bir köprü açmanın, bu sayede Halkbank, S-400 gibi pürüzleri savuşturmanın hayalini kuruyor.

SOSYALİSTLERİN TUTUMU NE OLMALI?

Türkiye’de kentli orta sınıflar, Afganistan konusunda yine bir çifte standart örneği sergiliyor. Bir yandan Afgan kadınların haline belki de içtenlikle üzülürlerken öte yandan aynı ülkeden gelen sığınmacılara en fazla tepkiyi göstermekten kaçınmıyorlar. Biz solculara, sosyalistlere düşen başlıca sorumluluk ise öncelikle böyle gerici bir rejimin meşruiyet kazanmaması için aktif bir teşhir çabasından vazgeçmemek. Ayrıca bu baskıcı şeriat yönetiminden kaçan mültecilerin ülkemizde insanca karşılanması için gayret göstermek.

Afganistan gerçeği bir kez daha bizlere gerici bir baskı rejimi ile emperyalizm arasında bir tercih yapılamayacağını gösteriyor. Solcular ve sosyalistler, şeriatçılarla da, emperyalistlerle de asla uzlaşmaz. Ancak tarih onların birbirleriyle pekâlâ uzlaştıklarına, anlaştıklarına, ilericilere karşı birleştiklerine tanıktır. Afganistan’da 1979 Sovyet işgali sonrası yaşanan süreç buna en canlı örnektir.