ABD’nin zayıflayan hegemonyası

Doç. Dr. Yonca ÖZDEMİR

Şubat 2020’de Amerika ile Taliban arasında yapılan anlaşma sonucu Amerikan yönetimi Afganistan’dan çekilmeye başladı ve bu çekilmenin geçtiğimiz günlerde tamamlanmasıyla 20 yıl sonra Afganistan’dakontrol tekrar Taliban’a geçti. Yani, Amerika geride bir harabe bırakarak Afganistan’ı terk etti.Normal şartlarda bir işgalin sona erdiğine seviniyor olmamız gerekirken Afganistan’ı büyük bir endişeyle izliyoruz. Madem Afganistan Taliban’a bırakılacaktı, Amerika niye 20 yıl boyunca orayı işgal etti? Bu bir yenilgi mi, yoksa Amerikandış politikası mı değişiyor?

***

Bilindiği üzere, İkinci Dünya Savaşı sonrası her alanda rakipsiz bir üstünlüğe sahip olan Amerika, dünya savaşlarından çıkarılan derslerden de yola çıkarak liberal bir uluslararası düzenin kurulmasına öncülük etti. Bu “liberal düzen” hem Birleşmiş Milletler (BM) gibi ülkeler arası ilişkileri belli kurallar dâhilinde düzenleyen uluslararası organizasyonlar ile hem de ekonomik alanda GATT, IMF ve Dünya Bankası gibi ekonomik kurumlar aracılığıyla desteklenmişti. Amerika öncülüğünde kurulan bu düzenden tabi ki hiçbir ülke Amerika’nın kendisinden daha fazla yararlanmadı. O yüzden debirçok tarihçi 20. yüzyılı "Amerikan Yüzyılı" olarak adlandırır.

Ancak, Sovyetler Birliği’nin ve komünizmin alternatif güçler olarak varlığı dünyayı kısa sürede Soğuk Savaşa sürükledi. Soğuk Savaşın yarattığı bu iki kutuplu dünyada Amerika tam bir hegemonya kuramamıştı. O dönemde,açıkbir ekonomik üstünlüğe sahip olmasına rağmen, Amerika’nın siyasi ve askeri manevra alanı Sovyet gücü tarafından kısıtlandı. İki süper güç özellikle yeni bağımsızlığını elde eden Üçüncü Dünya ülkeleri üzerinden kıyasıya bir rekabet içindeydi. O zaman Amerika’nın tüm dış ve güvenlik politikası komünizmi kuşatmak ve zayıflatmak üzerine kurulmuştuve bu uğurda en kanlı darbeleri ve diktatörleri desteklemekten geri durmadığı gibi gerekli gördüğünde, bizzat işgallere de girişti(Vietnam ve Grenada gibi). Sovyetler Birliği de benzer taktiklerle rekabeti sürdürürken 1979’da kendi arka kapısındaki Afganistan’ı işgal etti. Bu da Afganistan’ı Soğuk Savaş’ın en önemli arenalarından biri haline getirdi ve 1980’lerdeAfganistan’daolanlarhem Amerika’nın hem tüm dünyanın 2000’li yıllarını da şekillendirdi.

Daha Sovyetlerin Afganistan’ı resmen işgale başladığı tarihten önce, 3 Temmuz 1979’da Carter imzasıyla Kasırga Harekâtıbaşlatılmıştı. Ulusal Güvenlik DanışmanıSovyetler’i güneyden İslami bir “Yeşil Kuşak” ile kuşatmak projesinin fikir babası ZbigniewBrzezinski olan Carter’a göre, İran’ın 1 Şubat 1979’taki İslam Devrimiyle Amerika saflarından çıkması ardından Afganistan’ın Sovyet etkisine girmesi kabul edilemezdi.Dolayısıyla Pakistan’ın istihbarat, Suudi Arabistan’ın para, Amerika’nın da askeri kaynakları ile Afganistan’daki İslamcı mücahitler Sovyet işgaline karşı desteklendi ve dünyanın pek çok ülkesinden cihatçıların buraya savaşmak için toplanmasına göz yumuldu, hatta teşvik edildi. Dışarıdan silah, para ve eğitim desteği alanbu mücahit hareketi içinden sadece El Kaide çıkmadı, Molla Ömer liderliğinde “Taliban” adı verilen radikal İslamcı hareket de doğdu.Sovyet ordusunun1988’de Afganistan’dan çekilmesi ile bir süre iç savaş yaşayan Afganistan’daTaliban 1996’da yönetimi ele geçirdi ve zaten dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Afganistan böylece tam bir Orta Çağ karanlığına büründü. Afganistan’da gerilla eğitimi almış, savaş tecrübesi kazanmış veiyice radikalleşmişyabancı Müslümansavaşçılar ise kendi ülkelerine dönmüştü. Onlar da döndüklerinde sadece kendi ülkelerindeki radikal İslamcı terörist örgütlerin temelini atmakla kalmayıp başka Müslüman ülkelerde çıkan savaşlar(Bosna, Çeçenistan ve daha sonra Irak ve Suriye gibi) için de gönüllü oldular. Bu “mobil” cihatçıların kökenininAmerikan’ın1980’lerdeki Afganistan politikalarına dayandığı ve sonra nasıl 11 Eylül2001 saldırısı ile Amerika’yı vurdukları bilinen bir gerçek. Hâlbuki bundan on sene önce Soğuk Savaş bitmiş, Amerika dünyanın tartışmasız tek hegemon gücü olarak liberal kapitalist sisteme karşı artık hiçbir alternatifin kalmadığını ilan etmişti. Ne var ki, Amerika’nın bu zafer havası çok uzun sürmedi ve 11 Eylül sonrası Amerika bu sefer de “Teröre Karşı Savaş”savaş ilan etti.

Taliban 11 Eylül saldırısını düzenleyen Bin Laden’i Amerika’ya teslim etmeyi reddedince,Amerika BM ve NATO kararlarıyla 2001’de Afganistan’ı işgale başladı. Bu işgal tam 20 yıl sürdüamaTalibandirenişi dehep devam etti. Bu arada Amerika benzer bir bahaneyle 2003’te de Irak’ı işgal etti. Bu işgal sonucu da Irak tam bir İslamcı terör merkezi haline geldi. Gerek Afganistan’daki, gerek Irak’taki direniş Amerikan askerlerine önemli kayıplar yaşattı. Amerika, çeşitli aktörleri kendilerine, Batı'ya veya dünyaya tehdit olarak inşa ederek, Orta Doğu'daki saldırgan dış politika hedeflerini meşrulaştırmayı çalışırken,cihatçı radikal gruplar Amerikan emperyalizmine karşı en etkili savaşı vermeye başladı. Böylece Amerika terör ile savaştığını iddia ederken terörü tüm dünyada daha çok körükledi. Bundan çeşitli intihar saldırılarına maruz kalan Batılı müttefikleri de nasibini aldı.

***

Tüm bu gelişmelerin ekonomik bağlamını da anlamak gerekiyor. Son yirmi yılda Amerika Irak ve Afganistan gibi operasyonlaraciddi kaynaklar aktardı. Sadece Afganistan'a 2002'den bu yana %61'i güvenlik, %25'i yönetim ve kalkınma, geri kalan %14'ü sivil operasyonlar ve insani yardım için olmak üzere, yaklaşık 144 milyar dolarlık yardım tahsis etti. [1]Ancak, Amerika’nın uluslararasıgücü azalıyor ve bu savaşların insan ve para maliyeti artık Amerikalılar için fazla geliyor.Bu harcamaların yanı sıra, Amerika’nın dünya ticaretinde kaybettiği rekabetçi konum ve yeni güçlerin ve aktörlerin yükselişi de Amerika'nın gücünün aşınmasına katkıda bulundu. Özetle Amerika’nın düşmekte olan bir hegemon ve Orta Doğu’daki operasyonlarının da bu düşüşü hızlandıran faktörler olduğunu söylemek mümkün.

Nitekim 2008'de Amerikan kamuoyu nezdinde artık hiç popüler olmayan yorucu ve uzun dışoperasyonları bitirmekve bunların hızlandırdığı ekonomik krizi aşmaküzere kampanya yürüten Barack Obama seçimi kazandı.Obama dönemindeAmerika artık giderek daha da dağınık hale gelen bir dünyada liderlik yapmaya o kadar hevesli olmadığı belli etti. Öte yandan dünyanın bu kadar düzensiz hale gelmesinin nedenlerinden biri de Amerika'nın artık düzen dayatma konusunda o kadar aktif olmaması. Özetle, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının getirdiği tek kutuplu dünya ve tartışmasız Amerikan hegemonyası yerini kısa sürede çok kutuplu dünyaya ve bunun getirdiğikaosa bırakmaya başladı.

2000’li yıllar aynı zamanda ekonomik küreselleşmenin de krize girdiği yıllarve Amerika’nın düşüşe geçen uluslararası konumu askeri alandan çok ekonomik gelişmelerle ilgili.Üretim zincirlerindeki küresel dönüşüm, çok uluslu şirketlerin yurtdışına taşınması ve malları (yeniden) ithal etme olasılığı ve müteakip iş kaybı nedeniyle başta Amerika olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerin orta sınıflarıartan işsizlikten etkilenmekte.Küreselleşme bir süredir Amerika ve müttefiklerinden çok Çin ve benzeri gelişmekte olan ülkelere yarar sağlıyor. Amerikan hegemonyası dünyanın ekonomik ve jeopolitik ağırlık merkezlerinin Avrupa-Atlantik dünyasından Asya'ya kayması nedeniyle tehlikeye girdi ve bu da Batı'nın beş yüzyıllık küresel egemenliğinin sonunun habercisi. Daha spesifik olmak gerekirse, son yirmi yılda tanıklık ettiğimiz en büyük değişim göreli olarak Amerikan gücünün azalıyor ve Çin'in yükseliyor oluşu. Bunun Amerikan siyasetineyansımasıpopülizmin vekutuplaşmanınartması şeklinde oldu.NitekimAmerikan halkının 2016’daki tepkisi milliyetçi ve izolasyoncu(uluslararası meselelere karışmayan)bir politika izlemeyi vaat eden popülist Trump’u seçmek oldu. Trumpda söz verdiği gibibir dizi Serbest Ticaret Anlaşmasından çekilmeyi, NATO katılım koşullarının tartışılmasını, çevre anlaşmalarının iptalini ve hatta Afganistan’dan çekilmeyi gündeme getirdi.

***

Özetle, mevcut konjonktürün merkezinde, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ve bunu müteakip hızlı küreselleşmenin ardından çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkması ve 2000'li yılların başından itibaren Amerikan hegemonyasının erozyona uğraması yatmaktadır.Amerika artık diğer ülkelerin (Çin, Hindistan, Brezilya, Almanya ve Rusya) yükselişiyle karşı karşıya, amahenüz ortaya çıkan rakipler tarafından geçilmiş de değil.Amerika üstünlüğünü en az 20-30 yıl daha koruyabilir. Zaten yeni Biden hükümeti de bu süreci mümkün olduğunca uzatma çabasında. COVID gibi tüm ekonomik dengelerini yerinden oynatan bir facia ile karşı karşıya iken Biden’ın da Amerika’nın üzerine masraflı uluslararası sorumluluklar yüklemeye niyeti yok. Fakat Trump’tan farklı olarak Amerikan politikalarını liberal değerler eksenine geri çeken Biden, Amerika’nın dünyada kurduğu düzenin yükünün uluslararası kuruluşlar aracılığıyla ve çok taraflılık ilkeleri doğrultusunda daha dengeli paylaşılması için uğraşıyor. Dahası, bir an önceekonomiyi düze çıkartmayı önceliyor. Ancak dünyada milliyetçi, ırkçı, dinci ve popülist akımlar,baskıcırejimler,terör,iç savaşlar, göç krizleri, doğal afetler vepandemigibi pek çok felaket artarak devam etmekte.Yani, ne yazık ki Amerikan hegemonyasının zayıflamış olması bize daha iyi bir dünya vaat etmiyor.


[1] Bakınız https://fas.org/sgp/crs/row/R45122.pdf.