Türkiye’de gerçek bir demokrasi ve özgürlükler için mücadele edenler, öncelikle emperyalizmin ülkemizi ve bölgemizi sürüklediği bu büyük kuşatmayı reddetmeli. Siyasal İslamcıların ülkemizi emperyalizme bağımlılık içinde sürüklediği bu büyük çaresizlikten kurtarmanın yolu da buradan geçiyor

ABD prizmasında siyasal İslam ve sol

Türkiye-ABD ilişkileri Rahip Brunson üzerinden yeni bir gerilim hattında ilerliyor. Gerilimin nedenleri, nasıl bir seyir izleyeceği konusuyla birlikte, bu konu etrafında siyasette ve elbette soldaki tutumlar üzerinde durmak gerekiyor.

BirGün Pazar, üç haftadır muhalefetin yol haritası üzerine tartışmalar yürütüyor. Bu konuda yayınlanan yazılarda da vurgulanan konulardan birisi de soldaki ideolojik bulanıklık oldu. Her konuda olduğu üzere bugün ABD ile devam eden gerilimli sürecin içinde ABD ve iktidara karşı tavır alışlarda da bu bulanıklık görülüyor. O nedenle, ABD-Türkiye geriliminin arka planına ilişkin tartışmalarla birlikte solun tutumlarına ilişkin bir kaç hatırlatma yapmaya ihtiyaç var.



ABD hegemonyası sonrasında kaotik bir geçiş dönemindeyiz. ABD hegemonyası altında şekillenen sistem (dünya düzeni) değişikliklere uğruyor. Değişen noktalardan birisi tek kutuplu dünyanın sona ererek çok kutuplu bir sisteme geçiş sürecinin başlaması. Bugün bunun gerilimi O. Doğu’da bir paylaşım savaşı biçimini alırken bir başka yanıyla da ticaret savaşı ekseninde bloklaşmalarla ilerliyor.

Çin, Rusya ile birlikte bir karşı kutup olarak belirginleşiyor. ABD’nin, Çin ve Rusya’yı kuşatma siyaseti ile birlikte Avrupalı müttefikleriyle de ilişkileri çelişkili bir düzlemde ilerliyor. Bu gerilim noktaları geçici, arızi bir durum olmanın ötesinde yeni dünyanın uzun sürecek hegemonya mücadelesinin ilk işaretleri olarak değerlendirilmeli.
Bu gelişmeler kuşkusuz Türkiye dahil pek çok emperyalizme bağımlı ülke için sistem içindeki boşluklarda özerk hareket etme alanlarını çoğaltıyor. Emperyalizm bağımlılık ilişkisinin doğasında da olan özerk alanlarda hareket imkanı, ABD hegemonyası sonrası dönemde daha da çoğalıyor. Çok kutuplu bir bloklaşma içinde ABD ile pazarlık yürütme ve kimi noktalarda ondan ayrı tutum alabilmeye olanak tanıyacak- alanlar bu dönemin bir özelliği olarak ele alınmalı.



Türkiye-ABD arasındaki gerilimli ilişkinin nedenlerinden birisi tam da burası. O. Doğu’da, ABD politikaları çerçevesindeki süreç, bir süredir Rusya-İran dengesinin oluşturduğu boşluklarda hareket etmeye çalışıyor. Ekonomik sıkışmalar karşısında da (en son Çin’den alınan kredi ya da daha önce Körfez ülkeleriyle ilişkilerde olduğu üzere) yeni ilişki damarları oluşturulmaya çalışıyor.

Bu noktalar, ABD ile ilişkilerdeki gerilim dozajını arttırırken aynı zamanda pazarlık alanı da açabiliyor. İktidarın, ABD karşısında bağımsız bir askeri-ekonomik politika izlemeye çalıştığı varsayımı üzerinden, AKP etrafında kurulmaya çalışılan ‘milli mevzi’ yanılsamasının arkasında da bu var. AKP’nin, emperyalizme bağımlı tarihsel gelişimi ile birlikte ılımlı İslamcılık-BOP stratejisiyle döşenen iktidar bugün de Trump’ın başı bozuk hışmına uğramadan gölgesi altına sığınmanın yolları aranıyor. Bunlar bir yana asıl vurgulanması gereken nokta bu geçiş döneminin kimi özerk alanlar yaratmaya (ve hatta burada bağımsızlık mevzileri de kazanmaya) imkan tanıyabilecek boşluklarında hareket etmenin her zaman için mümkün olup olmadığını da düşünmek gerekir.



AKP, bir süredir O. Doğu üzerinden tam da bu tür taktik hamleler yapıyor. Rusya ile Astana süreci... Afrin operasyonu... Menbiç’te ABD ile ortak kontrol vb adımlar bu şekilde atılabildi. Öte yandan NATO ile gerilimi de yükselterek S-400 alımı... Kimi zaman Şangay’a katılma talebi bu gerilimin unsurları olarak gündeme geliyor. Bunun bir ucunda da R. Zarrab başta olmak üzere ABD’nin taktik hamle kozları var. Bunlar zaman zaman ileri sürülüp geri çekiliyor. Bu tür hamlelerinin, hem Trump için hem de Erdoğan için iç siyasetteki ihtiyaçları çerçevesinde da kimi zaman köpürtüldüğünü hesaba katmak gerekir. Dolayısıyla, olup bitine anlamaya çalışırken konjonktürel faktörlerle yaratılan spekülatif köpükleri gözden kaçırmamak gerekir.

Bunların ötesinde bakarsak Türkiye için bu tür taktik hareket imkanının sınırları bugünlerde belirginleşiyor. Bu sınırın belirleyici noktası ise ekonomik bağımlılık ilişkileri. Herkesin yakından bildiği üzere ekonomi geri dönüşü olmayan bir çöküş yolunda ilerliyor. Geri dönüşsüz diyoruz çünkü tüm üretim dinamikleri bu iktidar eliyle tasfiye edildi. Şimdi, ‘dış güçler ekonomik operasyon çekiyor’ dedikleri yaygaralar bir yana, emperyalizm asıl operasyonunu on yıllardır (ve elbette AKP iktidarları döneminde yoğunlaştırılarak) çekti ! Türkiye şimdi bu operasyonların sonucunda emperyalizme bağımlılık zincirlerini daha derinleşmiş... batık bir ekonomi ile çaresizliğe sürüklenmiş durumda. IMF ile açık ya da gizli bir kredinin de gündemde olduğu bir zamanda bu özerk alanın sınırları tam da burada bitiyor. Ekonomide bağımsızlık dinamiklerini tümüyle kaybetmiş, kapitalist sistemin içinde hareket etmeye devam eden bir ülkenin, bu özerk alanlarda uzun süre kalabilmesi de buralardan yol bularak bağımsızlıkçı nüveler yaratabilmesi de mümkün değil.



Rahip Brunson gerilimi bu bağlamda, ABD’nin bir güç gösterisi olarak düşünülebilir. Bir yandan kapalı diplomasi-pazarlık sürecindeki mutabakata uyulmaması ama asıl olarak da önümüzdeki günlerde O. Doğu’da İran merkezli yeni kuşatma adımları konusuyla birlikte –genel anlamda bir hiza verme çabasından söz etmek mümkün. Bu gerilimin seyrini önümüzdeki günlerde daha net görmek mümkün olabilecek. Ancak şu aşamada (AKP’nin, kuyruğu dik tutalım minvalindeki açıklamaları bir yana) B. Albayrak’ın yorumu iktidarın (aslında 6.Filo önünde kıbleye duran geleneğin 50 yıllık yorumu) yaklaşımının sarih bir özeti : ‘İpler hiçbir zaman kopmaz. İşte Amerika Kuzey Kore, görüşüyorlar. Toplum ve kamuoyu şunu bilmeli, hepten kopmak ve yakınlaşmak değil. Aynı evin içinde iki kardeş bile, 40 yıllık karı koca eşler bile her konuda anlaşamıyorlar. Bazen tartışıyorlar, sonra anlaşıyorlar.”

Siyasal İslamcılar, NATO zirvesinde Trump-Erdoğan fotoğrafları üzerinden "dünya lideri" PR 'ı yaptıktan sonra şimdi ‘tutuklayın’ manşetleri atarak ancak içine düştükleri çaresizliği ortaya koyuyorlar. Tüm bunlara rağmen Erdoğan ve AKP’yi anti-emperyalizm adına savunduklarını söyleyen şaşkınlık konusunda söylenebilecek pek bir şey kalmadı! Ancak, bu bir tür gerekçe dahi uydurmadan, ana muhalefetin (!) bir noter edasıyla her kritik konuda iktidar destekçiliğine soyunması ülkenin neden bu durumda olduğunu da anlatıyor!


Siyasal İslamcıların durumu 50 yıldır böyle… AKP’de anti-emperyalizm arayanların durumu da farksız… Ancak altı çizilmesi gereken noktalardan birisi de solda, şimdi ABD’nin ekonomik amborgo ya da benzer adımlarıyla iktidara ‘gol atma’ telaşındaki liberal acizlik! Aynı akıl daha önce AKP’yi de (elbette ABD’nin desteğiyle) Türkiye’yi demokratikleştireceği iddiasıyla desteklemişti! Şimdi de, ABD’nin hamleleriyle yeni bir demokratikleşme sürecini bekliyorlar ! O.Doğu’da ABD müdahalelerini bir imkan olarak gören, Kürt hareketi ile birlikte pek çok aktörün yaklaşımına benzer bir şey! Bu şekilde demokrasi ve özgürlükler adına hiçbir şey kazanılamayacağı gerçeği bir yana böylesi bir yaklaşımın solla ilgisinin olmadığı da ortada.

Türkiye’de gerçek bir demokrasi ve özgürlükler için mücadele edenler, öncelikle emperyalizmin ülkemizi ve bölgemizi sürüklediği bu büyük kuşatmayı reddetmeli. Siyasal İslamcıların ülkemizi emperyalizme bağımlılık içinde sürüklediği bu büyük çaresizlikten kurtarmanın yolu da buradan geçiyor.

6.Filo’nun denize dökülmesinin yıl dönümünde... Bugün de yapılması gereken devrimcilerin 50 yıl önce yaptığını yapmaktan başka bir şey değil!