Polisin ırkçı cinayetlerine karşı yapılan protesto eylemlerinde sivil faşist milisler örgütlendi; kullanıldı. Department of Homeland Security’nin Başkan’ın emrinde olan ve iç güvenlik olaylarında kullanılabilen silahlı, üniformasız paramiliter güçler bunlara eklendi; ırk-karşıtı eylemlerde yaygın boyutta kullanıldı. Adeta 20 Ocak’taki sonucun sokakta alınmasının provası yapıldı.

ABD seçimlerine doğru faşizm, emekçi sınıflar ve sol

ABD seçimlerinin gerçekleşmesine bir aydan kısa bir süre kaldı. Mevcut Başkan Cumhuriyetçi Donald Trump ve Demokrat’ların Başkan adayı Joe Biden başkanlık için yarışıyor. Hocaların Hocası Prof. Dr. Korkut Boratav’la ABD seçimlerini, Trump’ın seçim sürecine dair açıklamalarını, neofaşizmin yükselişini konuştuk.

►ABD önümüzdeki ay başkanlık seçimine gidiyor. Trump’ın oyları Biden’ın gerisinde seyrediyor. Trump’ın son dönemde silahlı ırkçı gruplara karşı gösterdiği tavizi, seçim sürecini sabote edebileceğine ilişkin açıklamalarını dikkate aldığımızda, iktidarını zorla koruma gibi bir durum oluşabilir mi?

ABD başkanlık seçimlerinde şimdiye kadar rastlanmayan bir olasılık çok sayıda yazar, yorumcu tarafından ciddiyetle tartışılmaya başladı: Donald Trump’ın, seçimi kaybetmesine rağmen anayasal bir darbe ve ona refakat eden bir iç savaş yoluyla iktidardan ayrılmaması…

Bu olasılığın “anayasal darbe” boyutunu ayrıntılı olarak açıklayanlardan biri hukukçu Bill Blum’dır. Yazının başlığı yeterince ışık tutuyor: “Donald Trump faşizmin yasal alt-yapısını nasıl inşa etti?” (Economy for All, 19 Ağustos 2020).

İç savaş senaryoları ise, Sam Tanenhaus tarafından 2 Ekim tarihli Prospect dergisinde tartışılıyor. Yazısının başlığı “Amerika’nın yeni iç savaşı”… Bu yazar Amerikan toplumunun sağ ve liberal/sol kanatları arasındaki abd-secimlerine-dogru-fasizm-emekci-siniflar-ve-sol-791150-1.kültürel/ideolojik ayrımların, giderek sertleştiğine ve Trump’ın katkılarıyla ülkeyi bir iç savaşın eşiğine taşıdığını düşünüyor. Geleneksel ABD siyasetinin liberal ve sol kanadını temsil eden Demokrat Parti’de ırkçılık, göçmen hakları, pozitif ayrımcılık, polis şiddeti gibi “kültürel” konularda sol söylem giderek güçlenmiş; bu kutuplaşmayı artırmıştır.

Bir anlamda “kültür savaşları”, “sınıf savaşları”nın yerini aldı. Demokrat Parti’nin bu konularda sola yönelmesi küreselleşmenin mağduru olan mavi yakalı, beyaz sanayi işçilerinin değerleriyle çatıştı. Bunların “kültür savaşları”nda küçük mülk sahipleri, çiftçiler ve büyük sermayenin (gayrimenkul, petrol gibi alanlarda yoğunlaşmış) korumacı, rantiye katmanlarıyla fiili sınıf ittifakı, Donald Trump’ın da kitle tabanını oluşturdu.

Bu “ittifak”ın benzerlerini Avrupa faşizminin 20’nci yüzyıl tarihinde, hatta bir anlamda onun öncülü olan 19’uncu yüzyıl Fransa’sında (Louis Bonaparte’ın 18’inci Brumaire’inde) gözlemek mümkündür.

Başkanlık seçimlerinde bu ittifakın karşısında sosyalist Sanders Demokrat Parti’den aday olsaydı, Trump’ın emekçi tabanı dağılabilirdi ve büyük sermaye, kolektif olarak anayasal bir darbeyi benimseyebilirdi. Bu tehdit ön-seçimlerde önlendi; Demokrat Parti adayı, Obama’nın yardımcısı Biden oldu.

Bu ortamda bir “darbe” senaryosunu doğrudan gündeme getiren Trump oldu. Anketler Biden’la arasındaki farkın kapanmadığını gösteriyordu. Temmuzda, “sahte posta oyları” gibi nedenlerle seçimlerin hileli olacağını, sonuçları kabul edemeyebileceğini söyledi; bu söylemi sürdürdü. 29 Eylül’de Biden’la yaptığı ilk TV tartışmasında “Seçim sonuçlarını kabul etmeyecek misiniz?” sorusunu “duruma göre” diye yanıtladı.

Korona salgını, kasım seçimlerinde posta oyu kullanımını yaygınlaştıracaktır. Seçimden altı ay önce Trump, ABD Posta İdaresi’nin başına önceki seçimde kendisine yüklü bağış yapan bir iş adamını (Louis de Joy’u) atadı. Bu zat, Posta İdaresi’nde hızla geniş çaplı tasarruf önlemleri başlattı; çok sayıda şubeyi kapattı; personele yol verdi. Seçim sonuçlarının tartışmalı hale gelmesini peşinen sağlandı.

►ABD Anayasası bu tür bir girişimi peşinen önleyecek güvencelerden yoksun mudur?

Başkanlık seçimlerinin iki dereceli olması, Bill Blum’ın değindiği “faşizmin yasal altyapısı”nın oluşmasına çeşitli olanaklar tanımıştır. Trump’ın da hazırlıklı olduğu anlaşılmıştır.

Bir kere Trump, toplam seçmenlerin değil, ikinci seçmen çoğunluğunun peşindedir. Eyaletlerde belirlenen ikinci seçmenler (Electoral College, yani Seçmenler Kurulu), nüfus oranında dağıtılmamıştır. En az 270 ikinci seçmen oyunu kazanan aday, Başkan olur. 2016 seçiminde Hillary Clinton, Trump’tan 2,9 milyon fazla oy almış; ancak ABD Seçmenler Kurulu’ndaki oyların 304’ünü alan Trump seçimi kazanmıştı. Bu nedenle kritik eyaletler önem taşır.

Trump, kritik eyaletlerin tümünde, özellikle posta oylarını vesile eden sürekli itirazlarla seçim sonuçlarının kesinleşmesini geciktirecektir. İtirazlar, ilk aşamada eyaletlerin, nihai aşamada da ABD Yüksek Mahkemesi’nde kararlaştırılır. Aynen 2000 seçiminin George W. Bush lehine kesinleşmesinin bu mahkemede gerçekleşmesi gibi…

Yüksek Mahleme’nin bileşimi bu nedenle önem taşıyor. Mahkeme’nin liberal üyesi Ruth Ginsburg 18 Eylül’de öldü; Trump, aşırı tutucu kimliğiyle bilinen bir yargıcı (Amy Barrett’i) hızla yeni üye olarak önerdi. Senato atamayı onaylarsa sağ eğilimli yargıçların ağırlığı daha da (6’ya 3) artacaktır.

Yeni Başkan, görevine 20 Ocak 2021’de ant içerek başlayacaktır. İtirazlar sonunda veya bazı eyaletlerde seçim sonuçlarının geçersizliği gibi nedenlerle sonuçlar kesinleşmemiş olursa, Anayasa’ya göre, Temsilciler Meclisi Başkanı Demokrat Nancy Pelosi, geçici başkan olarak görevi üstlenecektir.

Ne var ki, o tarihte Trump hâlâ Beyaz Saray’dadır; seçimin galibi olduğunda ısrar edeceği öngörülüyor. Başkanlığı devretmezse ne olur? Bu soruya karşı bir ipucunu 29 Eylül’deki TV tartışmasında verdi. Kendisine, silahlı, kan döken bir faşist grubun ("Proud Boys”) marifetleri hatırlatıldı ve soruldu: “Onaylıyor musunuz?” Trump’ın verdiği yanıt anlamlıdır: “Proud Boys: Geride durun, hazır olun…” İktidarı “sokağa hâkimiyet” ile korumak niyetindedir.

Polisin ırkçı cinayetlerine karşı yapılan protesto eylemlerinde sivil faşist milisler örgütlendi; kullanıldı. Department of Homeland Security’nin Başkan’ın emrinde olan ve iç güvenlik olaylarında kullanılabilen silahlı, üniformasız paramiliter güçler bunlara eklendi; ırk-karşıtı eylemlerde yaygın boyutta kullanıldı. Adeta 20 Ocak’taki sonucun sokakta alınmasının provası yapıldı.

Seçimin fiili bir darbe ile lekelenmesini Cumhuriyetçi siyasetçiler niçin sineye çeksin? Üstelik, Rakibi Biden da Wall Street ile içli-dışlı olmuş bir siyasetçi iken…

ABD sermayesinin dışa dönük, küreselleşmeci kanadında Trump’a muhalefet yaygındır. Trump bu muhalefeti, liberal kanat için büyük önem taşıyan İsrail yanlısı politikalarla zayıflatmaya çalıştı. Yüksek gelir gruplarını, şirketleri gözeten vergi indirimleri ile burjuvazinin tüm katmanlarını besledi. Eylül sonunda seçim kampanyasında aldığı bağışlar (1,3 milyar dolar), Biden’ın toplamını (1 milyarı) geçiyordu. Ama, rakibi de Wall Street’le barışıktır. ABD sermayesinin bir bütün olarak faşizan seçeneği yeğlemesinin nesnel nedenleri yoktur.

Kritik yanıt, ABD siyasetinin sağ kanadını temsil eden Cumhuriyetçi Parti’de yatıyor. Bu parti, yasal güvencelerin işlemesini sağlayarak anayasal bir darbeyi önleyebilir. Bu seçimde geleneksel Cumhuriyetçi’lerin bir bölümü de “Trump’a Asla…” adı altında birleşti; Biden lehine kampanya yapmak üzere örgütlendi.

Ancak, dört yıl boyunca ortaya çıkan tüm yolsuzluklarına, saçmalıklarına rağmen Cumhuriyetçi Parti, her kritik dönemeçte fire vermeden Trump’ı destekledi. Trump’ın görevden alınma kararını Senato’da Cumhuriyetçiler (iki istisna dışında) oybirliğiyle reddetti. Seçimin hemen arifesinde Trump’ın Yüksek Mahkeme üyeliğine önerdiği Barrett’in adaylığının Cumhuriyetçi oylarıyla Senato’da fire vermeden geçeceği belli olmuştur. Gazeteci Greg Palast, Cumhuriyetçi Parti’nin yönetimindeki eyaletlerde, seçmen listelerinde Trump lehine sistematik ayıklamalar yapılmakta olduğunu kanıtladı; yalanlanmadı.

Öyle görünüyor ki, Cumhuriyetçi Parti, “kültür savaşları” karşıtlığı için de faşizme yönelmiştir. Demokratların Başkan Yardımcılığı adayı Kamala Harris beyaz değildir; “liberal” kimliği temsil etmektedir. Cumhuriyetçiler, Trump’ın başkanlığının, gerekirse faşist milislerin de katkısıyla gerçekleşebilecek bir darbe ile sürdürülmesini yeğlemektedir.

Buna karşılık “ABD Derin Devleti”nin (Pentagon gibi) bazı etkin öğelerinde Trump karşıtlığı yaygındır. Bu çevreleri temsil eden iki emekli subay ABD Genelkurmay Başkanı’na “20 Ocak 2021’de gerekirse Trump’a karşı darbe…” çağrısında bulundu. Faşizme yönelen bir Cumhuriyetçi Parti ile Amerikan kapitalizminin devlet aygıtı karşı karşıya gelirse sonuç ne olur? Bugünden öngöremeyiz.

►Tüm bunlar ve bu olasılık, dünyada genel olarak neofaşizmin yükselişi açısından sizce ne ifade ediyor?

Batı’nın ve “Güney”in emekçi sınıfları son kırk yıldan bu yana sermayenin sınırsız tahakkümü için başlattığı (“neoliberalizm” diye de adlandırılan) bir saldırının etkisi altında bunalmaktadır.

“Sol” zaman zaman direndi; bazen iktidara geldi. Çoğu, finans kapitalin, emperyalizmin, yerli egemen sınıfların sert karşı saldırıları, açık ve örtülü darbeler sonunda iktidarı terk etmek zorunda kaldı. Halk sınıflarının muhalefeti sahipsiz kaldı. Faşist siyasetçiler, milliyetçi, ırkçı, görünüşte küreselleşme-karşıtı söylemleri üstlenerek iktidarlara geldi. Örnekler ABD’den, Brezilya’dan başlıyor; Britanya’ya, Doğu Avrupa’ya, Türkiye’ye, Hindistan’a uzanıyor.

Pek çok ülkede egemen sınıflar, anti-kapitalist solun güçlenme eğilimlerine, hatta olasılıklarına karşı dahi, faşistlerle ittifakı yeğledi. Trump örneğinde olduğu gibi…

Bu siyasetçilerin ideolojik benzerlikleri, bazı kimlik özellikleriyle de besleniyor. Hindistan’dan bir örnek vereyim. Narendra Modi ile başbakanlığından önce (2013’te) röportaj yapan bir klinik psikolog, (Ashish Nandy) izlenimlerini aktarmış; aşina olduğumuz bir görüntü çıkıyor: “Kaskatı bir fanatizm, kısıtlı bir duygusallık, tutkularını hem inkâr etmek, hem de onlardan korkmak; bunları şiddet fantezileriyle birleştirmek; paranoid, saplantılı bir kimlik… Hindistan’a karşı her Müslümanın potansiyel bir terörist ve hain olarak yer aldığı evrensel bir komplo teorisini sakin bir üslupla anlattı. Röportajdan sarsılarak çıktım; zira klasik ve klinik bir faşist vaka ile karşılaşıyordum. Potansiyel bir katil, katliamcı da aynı kategoriye girer.”

Modi’nin ikinci kez iktidara ulaştığı 2019 sonrasında bu betimlemede yer alan kimlik özellikleri, siyasete de taşındı. Hindu faşizminin, kan dökerek, şiddet yoluyla yerleşmesi doğrultusunda mesafe alındı. Modi’nin Hindistan’a özgü saplantılarını, somut siyasal önceliklerini değiştirin; faşist liderleri birleştiren ortak kişisel özellikler açığa çıkacaktır.

Bu tür siyasetçiler, iktidarı korumak zorundadır. 5-10 yıllık iktidarlar, siyasal rejimlerin, toplumların faşizme dönüşmesi için yeterli değildir. Özellikle kitle tabanlarında emekçi sınıfların desteği aşınırsa, açık-örtülü darbelerle, yasa-dışı baskılarla iktidarlarını sürdürmeyi yeğlerler.

Sol, emekçi sınıfların kitle tabanını faşistlere yitirince, bir anlamda bir “işbölümü” gerçekleşir. Faşistler, emekçilerin kaba sınıf reflekslerini “içte, dışta keşfedilen hayalî düşmanlara” karşı yönlendirir; sürükler. Geleneksel solun bugünkü uzantıları ise faşizmin ırkçı, milliyetçi, şoven söylemine karşı ideolojik/kültürel düzlemlerde muhalefet ile yetinir.

Sol bu çelişkiyi çözemezse faşizm, çeşitli akımlar, biçimler içinde; benzer kimlikler taşıyan liderler ile çağımızın karabasanı olmayı sürdürecektir.