Hatırlarsınız, bizimkilerin övündüğü bir ‘değerli yalnızlık’ vardı. 2013 yılında, şimdiki gibi yine dımdızlak ortada kalmışken, dönemin başbakanı Erdoğan’ın dış politika başdanışmanı İbrahim Kalın bir tweet atmıştı: “Türkiye Ortadoğu’da yalnız kaldı iddiası doğru değil ama eğer bu bir eleştiri ise o zaman söylemek gerekir. Bu, değerli bir yalnızlıktır.”

BM’deki Kudüs oylaması ardından, Trump’ın “dolarları keserim ha” tehditleri işe yaramayınca ortaya bir de dolarlı yalnızlık çıktı.
Son BM oylaması, aynı günlerde açıklanan Truman Doktrinin de özeti gibiydi. “America First/Önce Amerika” deyip tek başına kalmayı göze almak da bir dolarlı yalnızlıktır; “Cebimde dolarım varsa asla yalnızlık çekmem! Kıroyum, emperyalistim ama para bende!” Üstelik bir de BM kararı hakikaten bağlayıcı değilse, sadece sembolik bir anlamı varsa ve semboller dünyasında da ‘$’ sembolü hâlâ hüküm sürüyorsa…

Yine de Truman Doktrini ile BM kararının denk düşmesi epey anlamlı oldu. Gerçi geçen hafta bu köşede “Ama henüz bir Trump doktrini (!) yok” diye yazmıştım ki hem de aynı gün o meşum doktrin de açıklandı. “America First/Önce Amerika” eksenindeki açıklamada Soğuk Savaş fikrinin geri geldiği söyleniyor. “Güç kullanarak barışı sürdürmek” ve “Amerika’nın nüfuzunu arttırmak”, yani savaşarak var olmak hedefinde yine Soğuk Savaş yıllarındaki iki rakip var, Çin ve Rusya. Ama bu seferki küresel çatışma ideolojik (kapitalist/sosyalist) temelli değil, Çin ve Rusya’nın da dâhil olduğu küresel rekabetteki kapitalist bir çatışma; eskiden olduğu gibi birisi gerici güçleri desteklerken ötekisi ilerici güçleri desteklemiyor!

The New York Times gazetesinde Mark Lander ve David E. Sangerdec imzasıyla çıkan yazıda yeni ulusal güvenlik yaklaşımının tek bir fikre dayandığı söyleniyordu: Süper güç rekabetindeki otuz yıllık tatil artık bitmiştir. Bu yazarlara göre, Obama’nın güvenlik stratejileri müttefikler ve ekonomik ortaklara vurgu yaparken, Trump’un stratejisi ortaklarıyla sadece ABD’ye faydalı olduğu sürece birlikte yürüyebileceğini vurgulamaktadır, Soğuk Savaş’ı daha fazla akla getirmektedir. Yine Obama Amerika savunmasında nükleer silahları geri plana iterken, Trump stratejisinin temeli haline getirmektedir. Yazarlar, Bush’un “önleyici askeri harekât” demesinden altı ay sonra Irak’ın işgalinin gündeme geldiğini hatırlatıyor ve Trump’ın belgede bu tabiri hiç kullanmamış olmasına rağmen, yine de onun ulusal güvenlik danışmanı Korgeneral H. R. McMaster’ın diplomasi ve yaptırımlar işe yaramadığında, Kuzey Kore’nin ABD’ye saldırısını önlemek için “önleyici savaşa” ihtiyaç duyulacağını söylediğinin altını çiziyorlar.

Kuzey Kore filan deyip aslında Çin’le didişmek için Pasifik’e yönelmiş olan ABD’nin Ortadoğu’da petrole ve dolayısıyla siyasi İslam’a olan ihtiyacının giderek azaldığı da dikkate alındığında, Trump Doktrininin yol açacağı yeni değişim dinamikleri epey önem kazanıyor. BM’deki dolarlı yalnızlık bir yana, Ortadoğu’daki son hamleler hiç tesadüfî değil.

Mesela Ulusal Güvenlik belgesinde Türkiye’nin adı geçmiyor! Zaten geçseymiş pek hayırla anılmazmış da deniyor. Pasifik bölgesinde Çin öne çıkarken Ortadoğu’daki rakipleri Rusya ve İran’a karşı stratejik ortak, elbette İsrail yanı sıra, artık Türkiye değil Suudiler ve hempaları.

“İslamofaşist” lafını ilk kullanan ABD Başkanı Bush olmuştu. Şimdi İslamcılar da Ortadoğu’da birbirlerine İslamcı faşist diyorlar!

Her ne kadar BM’de ABD yanında oy kullanmasa da Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed Al Halife Twitter’dan şu mesajı paylaşmıştı: “Dinci-Faşist İslam Cumhuriyeti [Theo-Fascist Islamic republic] (İran) tehlikesine karşı birlikte savaştığımız bir dönemde ABD ile tali bir mesele (oylama) için kavga çıkarmanın hiçbir faydası yok.” (Bunun üzerine merak ettim Google’a baktım, meğer bizimkiler de bu tabiri kullanmış, AKP’nin önde gelen trollerinden biri 2016 Mayıs ayında şöyle bir tweet atmış: “Dinci faşist İran Ordusu’nun 100 askeri Halep’te Suriyeli mücahitlerce pusuya düşürüldü.”) Benzer nitelemeyi elbette İran Ayetullahları da Suudiler vb. için kullanıyor. Yani Trump dönemiyle birlikte sömürge tipi faşizmler kendilerini yeniden üretiyorlar, birbirlerini Ortadoğu tipi teokratik/şeriatçı faşizmler diye anıyorlar. Seküler (!) faşizmlerin modası geçti, şeriatçı faşizmler ve mezhep çatışmaları gündeme geldi. Velhasıl Trump doktrini bu arada İslamcı faşistlere “yiyin birbirinizi, çünkü America First” demiş de oluyor.

Eh işte, Cumhurbaşkanı ve/veya AKP Genel Başkanı Erdoğan ise BM’de sanki kendisi zafer kazanmış gibi ama, bakalım bölgede İslamcı faşistlerden hangisi zafer kazanacak.


Arsızlıkta kimin zafer kazandığını ise şimdiden biliyoruz. Ayşenur Arslan büyük harflerle ne güzel yazmıştı öyle: “Ancak artık öylesine sıkıştı ki, elinde kala kala neredeyse sadece ARSIZLIK kaldı. Her şeyi muhalefetin ya da dış mihrakların üzerine yıkmak… Ve bunu ARSIZCA yapmak. Kusura bakılmasın ama bunun her dilde karşılığı aynıdır: ARSIZLIK!”
Peki ya değerli yalnızlık? Bizdekilere düşen, sadece değeri dolara endeksli yalnızlık mı? Hayır, değeri dolara endeksli ARSIZLIK! Şimdi dünyada emperyalizm cephesindeki dolarlı yalnızlık ile mazlumlar cephesindeki meteliksiz çoğunluk karşı karşıya iken, bizde de meteliksiz çoğunluk elbette değersiz ARSIZLIK’tan hesap soracak bir gün…