11 Eylül saldırılarıyla, Suudi Kraliyet Ailesi’nin çirkin yüzü bir kez daha gün yüzüne çıktı

ABD ve Suudi Arabistan’ın jeopolitik tiyatrosu

VIJAY PRASHAD / @vijayprashad

ABD’nin daimi desteğine dair beklentinin düşüşüyle, Suudi Arabistan saraylarında bir endişe dolaşıyor. Bu düşüşün en belirgin işaretlerinden biri, Batı’nın İran’la yaptığı nükleer anlaşma. Suudi Arabistan tarihsel olarak, İran’ı boğmak istiyor, daha azını ise yenilgi olarak görüyor.

Suudiler’i 11 Eylül saldırılarından sorumlu tutan bir yasa tasarısı ABD Kongresi’nde. Bu tasarının geçmesi Suudiler’in, kurbanların ailelerine yüksek miktarda tazminat ödemesi, aynı zamanda Soruşturma Komisyonu’nun 11 Eylül raporunun gizli tutulan 28 sayfasının yayınlanması anlamına da gelebilir. Yüreklendirilmiş bir İran ve hor görülmüş bir Suudi Arabistan, Kral Salman’ın görmek istediği bir jeopolitik senaryo değil.

İran Şahı, Tahran’da Tavuslu Taht’a çıktığında, Suudi Kraliyet Ailesi’nin onunla bir derdi yoktu. Korktukları ise komünizm ve lâik milliyetçilikti. İran Devrimi’nin Suudi Arabistan’ı tehdit etme nedeni, İslami bir Cumhuriyet kurmasıydı. Bu Suudi vadilerinde yeşeren Krallık karşıtı düşünceyle benzerdi. Suudiler, İran İslam Cumhuriyeti’ne ya yular takmak ya da onu yok etmek istediler. Irak göreve koşuldu. 1980’den 88’e kadar süren savaş İran’ı zayıflatsa da, Irak başarısız olmuştu. Öfkelenen Irak, 90’da Kuveyt’i işgal, Suudi Arabistan’ı da tehdit etti. ABD, Irak’ı bombalayarak sonsuza kadar Suudiler’i koruyacağını tasdik etti.

George W. Bush’un teröre karşı savaşı İran’ın iki büyük düşmanını, Afganistan’daki Taliban ve Irak’taki Baas rejimini yerinden etti. Bu gelişmeden rahatsız olan Suudiler ve İsrail, Batı’ya İran’ı kendi sınırlarına döndürmesi için baskı yaptı. ABD Kongresi’nin çıkardığı SALSRA (Suriye Hesap Verebilirlik ve Lübnan’ın Egemenliğini Restore Etme Yasası), İran ve Suriye bağını kırmayı; Lübnan’a karşı İsrail savaşı, İran’la yakın olan Hizbullah’ı zayıflatmayı; Batı ve Birleşmiş Milletler (BM) nükleer yaptırımlarla İran’ın jeopolitik konumuna ve ekonomisine zarar vermeyi denedi. İran direncini korudu. İran’ı güçsüzleştirmek için kalan tek yol, 80 milyonluk ülkeye topyekün savaş açmak olabilirdi. Suudiler ve İsrail Batılı namlularına abandı. Bu sadece bölgenin değil dünyanın felaketi olabilirdi.

11 Eylül saldırılarıyla, Suudi Kraliyet Ailesi’nin çirkin yüzü bir kez daha gün yüzüne çıktı. Saldırıdan hemen sonra, ABD Kongresi, Senatörler Bob Graham ve Porter Goss tarafından yürütülen bir soruşturma başlattı. Komiteden gelen 800 sayfalık rapor, Suudi’lerin 11 Eylül’deki rolüyle ilgili 28 sayfalık küçük bir bölüm içeriyordu. Rapor yayınlanmadan önce bu 28 sayfanın, Suudi bağlantısını ortaya koyduğu ortaya atıldı. Ömer el Bayumi ve Usama Basnan isimli Suudi Hükümeti bağlantılı iki Suudi vatandaşının saldırının finanse edilmesinde parmağı olduğu ileri sürüldü. Bu bağlantıları reddeden Suudi Hükümeti, raporun yayınlanmasını istedi, fakat dönemin ABD Başkanı Bush bunu reddetti. Rapor yayınlandıktan sonra Senatör Graham, “En azından teröristlerden bazılarının desteklenmesiyle, yabancı hükümetlerin ilgisinin olmasına dair kanıtlar beni şaşırttı” dedi. Kastettiği İran değildi. Artık Senato’da olmayan Graham, bu yıl Şubat’ta ise raporun yazarlarından biri olarak çok önemli sözler söyleyecekti: “28 sayfa öncelikli olarak 11 Eylül’ü finanse edenlerle ilgiliydi ve başlıca finansör olarak güçlü şekilde Suudi Arabistan’ı işaret ediyorlardı.”

Geçen Ay, Suudi Arabistan’ın Dışişleri Bakanı Adil el-Cübeyr, eğer yasa geçerse, hazine kağıtlarındaki 750 milyar doları satacağını Washington’a iletti. Bu hatırı sayılır bir finansal tehdit. Obama, hızla yasa tasarısını veto edeceğini söyledi. Ted Cruz’un imzacısı olduğu ve Hillary Clinton ve Bernie Sanders’in desteklediği bu tasarı Suudi’lere Obama kalkanının kalıcı olmadığı anlamına geliyor.

Nükleer anlaşma ve Suriye konusundaki itilaf, İran’a bölgesel bir rol verdi. Suudi Arabistan, gölgelere karşı dövüşse de İran’a karşı hamle yapma girişimlerinden vazgeçmedi. Yemen’e savaş Suudi Arabistan’ın İran’ın vekillerine saldırısı olarak görüldü. Suudi bombardımanı, İran’a zarar vermek yerine, Yemen’i kül etti ve Arap Yarımadası’ndaki el Kaide’yi güçlendirdi. Suudilerin, Hizbullah’ın varlığı nedeniyle cezalandırılmak istediği Lübnan ordusuyla yapacağı 4 milyar dolarlık anlaşmayı iptal etmesi de geri tepti. Batı’nın Suudiler’e sattığı silahlar, Yemen’e karşı saldırıda hava kuvvetlerinin ikmalini sağladı. Yemen ordusuyla bile başa çıkamayan Suudiler, Suriye ve İran ordusu gibi olgunlaşmış düşman orduların karşısında ise değersiz.

Pakistan’ın Yemen’e karşı asker göndermeyi reddedişi, Suudiler’in yalnızlaşmasının bir göstergesiydi. Geçen ay 20 ülkeden 350 bin askerin katılımıyla düzenlenen ‘Kuzeyin Gök Gürültüsü’ tatbikatı, İran’a karşı bir gösteriş, Batı’ya karşı ise özgüven gösterisiydi. Fakat asker gönderen; Pakistan, Türkiye ve Mısır gibi ülkeler, İran’a karşı müzmin ve imkânsız bir savaşa girmek istemeyecektir. Bu bir güç gösterisiydi. Daha fazlası değil. Suudiler’e ihtiyaç duyduğu özgüvenin zerresini veremedi.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif