Geçen hafta ilginç bir haber manşetlere çıktı ve hemen indi: ABD, PKK yöneticileri Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ın başına 12 milyon dolar ödül koymuştu.

Bu haber adeta kara mizah üslubuyla değerlendirildi haklı olarak. Kandil Dağı’nın koordinatlarını yayınlayıp “hadi verin 12 milyon doları” diyenler vardı. Saray’dan ve AKP’den bile “yemezler” mealinde bir tepki geldi. Bu konu tam tavsamıştı ki Erdoğan, cumartesi günü Atatürk’ü anma programında konuşurken, ne alaka dedirtecek şekilde, “Görünürde Kandil’deki PKK’yı terör örgütü ilan edip ödül koyanların arka planda aynı teröristlerle nasıl iş tuttuklarını çok iyi biliyoruz” deyiverdi. Bu ifade de Trump’la yapacağı görüşme öncesinde ‘flaş’ bir mesaj verdiği şeklinde yorumlandı.

Oysa bu yılın şubat ayında ABD Savunma Bakanı James Mattis “YPG’yi PKK’ye karşı savaştırabileceklerini” dahi söylemişti. Şubat ayında ben de bu köşede sormuştum: “Barzani bile sıkıntı yarattığına göre, ABD yanında sımsıkı duran yeni tür bir KDP’ye ihtiyaç duyabilir, bu durumda ‘YPG’yi PKK’ye karşı savaştırabileceklerini’ söylerken, PKK’nin yerine (KDP kıvamında) bir PYD’nin öne çıkarılmasını mı düşünmektedir? PKK’nin eski dönemden kalma üst yöneticileri engel olarak görülebilir, ama hemen elinin altındaki YPG zaten ABD kara ordusu diye tanımlanmıyor mu? Yani Kürt siyasi hareketi ‘Ortadoğulaştıkça’ epey sürpriz gelişmeler de yaşanabilir.”

Şimdi bakıyoruz da belki sürpriz demek de gereksizdir. Bilenler bilir, 1978’de kurulan PKK oldukça pragmatik bir siyasi hat izlemiştir. 1990’larda Sovyetler çökünce derhal amblemindeki orak çekici çıkarmış, 1999’da Öcalan’ın yakalanmasıyla ve “savaşı durdurun” talimatı üzerine adını KADEK olarak değiştirmiştir. Aynı yıllarda ABD’nin Irak işgali ve Büyük Ortadoğu Projesi gündeme gelmiş, Kongre Gel kurulmuş, İslami tonlara da sahip KADEK yerine PKK adının tekrar kullanılmaya başlanmasıyla birlikte PÇDK (Irak), PJAK (İran) ve PYD (Suriye) bileşenleri de ortaya çıkmıştır.

Öcalan’ın konfederalizm tezleri doğrultusunda KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği) işte bu dört örgütün de aynı çatı altına gelmesiyle oluşmuştur. 2011 ‘Arap Baharı’, Rojava’da ‘Kürt Baharı’na dönüşmüş, sonrasında IŞİD vahşetine karşı ‘seküler’ PYD/YPG öne çıkarılmıştır.

Bunları hatırlatmak şart. Elbette geçmişte de gelecekte de geçerli, işin abc’si olan siyasetler vardır. İşin abc’si nedir? Kürtler özgür olsun, kendi kaderlerini tayin etsin, demokratik talepleri sahiplenilsin, Kürt hareketi emperyalizme darbe vurduğu ölçüde desteklensin.

Peki ABD, lider kadrosunun başına ödül koyunca, Ortadoğu Kürt siyaseti hemen antiemperyalist bir kimlik kazanıyor mu? Bakın, Yeni Özgür Politika gazetesinde birkaç gün önce “ABD ne yapmak istiyor?” başlığıyla ve Zeki Akıl imzasıyla şunlar söyleniyordu: “Ortadoğu sahasına bakıldığında PKK ve öncüleri batının savunduğu değerlere en yakın hareket olduğu görülecektir. … Türklerle ne zaman bir pazarlık olsa en fazla masaya sürülen kart Kürt kartı oluyor. ABD Kürtler sayesinde Suriye’de DAİŞ’le savaşabildi. … ABD Kürtlere düşmanlık yaparak… birlikte operasyon yaptığı YPG ve QSD güçleriyle ilişkilerini de sürdüremez. PKK’yi tasfiye … ABD’yi Ortadoğu’da rahatlatmayacaktır.”

Lakin “ABD’yi Ortadoğu’da rahatlatmak” ne demektir veya ABD’yi neden rahatlatmalı ki?

Şunu demek istiyorum, asla Kürt siyaseti neylerse güzel eyler denilmesin. Sırf HDP bileşeni olayım da ayakta kalayım deyip solculuk adına Kürt hareketinin Ortadoğulaşması düzleminde ABD siyasetleriyle pazarlığına güzellemeler yapılmasın.

Bu tür şeyler solculuğu çirkinleştirir çünkü…