Bugünkü iktidar kadrolarının hemen hepsinin maddi ya da manevi olarak rahle-i tedrisatından geçtiği Türkiye İslamcılığının “üstad”ı Necip Fazıl, “Ulu Hakan 2. Abdülhamid Han” adlı kitabında “Babam Fazıl Beyin, amcaoğullarından ve Kısakürek’lerden, İttihatçıların iaşe nazırı Kara Kemal tarafından, dayım ve yine eski İttihatçı Kerim Milar’a anlatılmıştır” dediği bir anekdottan bahseder.

Buna göre 1917’nin sonlarında Enver ve Talat Paşa’lar, Beylerbeyi’ne devrik padişah Abdülhamid’i ziyarete giderler. Köşke girdiklerinde Abdülhamid namazını bitirmiş ve dua etmektedir. Dua ise şu şekildedir: “Allah’ım bana yapılanları helal etmiyorum! Şahsıma yapıldığı için değil, milletime yapıldığı için affetmiyorum! Milletime yapılan fenalıklardan, yarın senin hesap gününde davacıyım!”

Enver ve Talat bu duayı duyunca utanç duyar, padişahla yüzleşemeyeceklerini anlar ve köşkü terk ederler. Necip Fazıl’ın deyimiyle “öbür İttihatçılara nazaran içinde bir saffet kırıntısı kalmış olan” Enver, Talat’ı rıhtımda bekleyen istimbota götürür ve ağlaya ağlaya şöyle der: “Başımıza ne geldiyse bu adama yaptıklarımız yüzünden geldi ve daha ne gelecekse o yüzden gelecek!”

Böyle bir hadisenin gerçekleşmiş olma ihtimali sıfıra yakındır ve muhtemelen Necip Fazıl da bunu bilmektedir ama mesele bu değildir; mesele bir “Abdülhamid mitosu” yaratılması ve buna hizmet edecek bir anlatının oluşturulmasıdır. Bütün bir düşünsel mesaisini Cumhuriyet’in kurumlarına alternatif kurumlar, Cumhuriyet’in tarih anlatısına alternatif bir tarih anlatısı ve başta Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyet’in tarihsel figürlerinin karşısına tarihsel figürler çıkarmaya adayan Necip Fazıl için bu “Abdülhamid mitosu” son derece işlevseldir.

Çünkü Abdülhamid etrafında yaratılan mit, Türkiye İslamcılığının Osmanlı-Türkiye modernleşme süreciyle hesaplaşması anlamına gelmektedir. Tanzimat’la, Meşrutiyet’le, ilk anayasa ve parlamento girişimiyle, Batılılaşmayla, Jön Türkler’le, İttihat ve Terakki’yle ve elbette ki Cumhuriyet’le ve Mustafa Kemal’le hesaplaşmak, yakın tarihe İslamcılığın gözüyle bakmak ve o yakın tarihi güncel siyasete müdahale için kullanmak… Abdülhamid mitosu bu işe yaramaktadır.
Bu anlatıya göre, Abdülhamid 33 yıl boyunca tek bir metrekare toprak parçası kaybetmemiştir, bir dış politika dehası olarak büyük güçlerin Osmanlı üzerindeki emellerini boşa düşürmüştür, izlediği İslami siyaset nedeniyle Yahudilerin ve Masonların hedefi olmuş, onların içerideki uzantıları olan İttihatçılar tarafından devrilmiştir, onu deviren İttihatçılar 600 yıllık imparatorluğu on yıl içerisinde yıkmışlardır vs.

Necip Fazıl’ın yarattığı bu mitos, Türk-İslam sentezi devletin gerçek resmi ideolojisi haline geldikçe, ders kitaplarına, müfredata, okullara girmiş, Türkiye İslamcılığının söyleminin merkezine yerleşmiş, Kadir Mısıroğlu ya da Mustafa Armağan gibi “tarihçiler” de bu mitos inşasına katkılar yapmışlardır. Ancak Abdülhamid mitosunun inşasının “teoriden pratiğe” geçişi bu iktidar döneminde olmuştur.

Bugün devlet televizyonunda oynayan ve çok izlenen “Osmanlı” dizilerinden birinin imparatorluğun kuruluş sürecini anlatırken, diğerinin Abdülhamid dönemini anlatması tesadüf değildir ve Abdülhamid etrafında örülen efsane ile gayet uyumludur. Abdülhamid de tıpkı Osmanlı gibi iktidarın kültür politikaları açısından olmazsa olmaz bir nitelik taşımaktadır ve bu sayede tarih eğilip bükülerek güncel siyasete müdahale edilmekte, güncel siyasette yaşanan hadiseler güya tarihten çıkarılan derslerle değerlendirilmektedir.

Dahası, bu popüler kültür nesneleri, yeni bir insan tipinin, iktidarın kafasındaki “makbul vatandaş”ın yaratılmasının bir aracı olarak kullanılmaktadır. Osmanlı hayranı, padişahları insanüstü varlıklar olarak gören, uyduruk bir tarihi gerçek tarih sanan, kendinden “Osmanlı torunu” diye söz eden milyonlar ders kitaplarından televizyon dizilerine uzanan bu inşa sürecinin ürünüdürler. İdeoloji böyle işlemektedir.

Tam da bu nedenle, diğerlerinde olduğu gibi Abdülhamid Payitaht dizisinde de tarihsel gerçekleri değil, Abdülhamid mitosunu izleriz. Örneğin dizinin bir bölümünde Abdülhamid, İngiliz Büyükelçisi’ne “Osmanlı tokadı” atar ve ekran karşısındaki milyonlar da bunu gerçek zannederek ve bundan bir haz duyarak izlerler. Güncel politik hadiselere bakışı da bu tokadın sembolize ettiği perspektif belirler ve gerçek hayatta da bir siyasetçi “Osmanlı tokadı”ndan söz ettiğinde aynı hazla alkışlanır.

Dolayısıyla, Saray’daki törenlerde bandonun “Diriliş Ertuğrul” adlı dizinin müziklerini çalması da, “Tarihinizi öğrenmek için Abdülhamid’i izleyin” diye buyrulması da bir tesadüf değildir. Hepsi İslamcılığın tahayyülündeki Türkiye’nin bir yansımasıdır ve bu tahayyülün egemen olduğu günümüz Türkiye’sinde Abdülhamid Google’ı icat etmek zorundadır, çünkü “bir mitos olarak Abdülhamid” İslamcılar tarafından icat edilmiştir.