Ölümünün 100. yılında “Sultan Abdülhamid’i Anlamak” konulu 10 Şubat toplantısında Erdoğan’ın yaptığı konuşmadan:

Birileri ısrarla bu ülkenin tarihini 1923’ten başlatmaya çalışıyor. Birileri inatla bizi, köklerimizden, kadim değerlerimizden koparmaya gayret ediyor. Bunlara göre Türkiye Cumhuriyeti, köksüz, tarihsiz, nevzuhur bir devlettir. Tarihe seçici bakmak, hele hele belli dönemleri ideolojinin o dar kalıplarına hapsetmek, kişinin kendisine ve milletine yapabileceği en büyük ihanettir. Şüphesiz tüm milletlerin tarihlerinde şanlı zaferler yanında hezimetler, yıkımlar, kan ve gözyaşıyla yoğurulmuş dönemler, hadiseler de vardır. Çünkü bir milleti var kılan, ona hafıza ve karakter kazandıran olayların bütünüdür. Bizler, hiçbir ayrım yapmadan tarihimizle iftihar ediyor, gurur duyuyoruz … Sultan II. Abdülhamid’e ve mirasına tarafsız, önyargısız ve ahlaklı bir şekilde yaklaşabilenler için ortada gerçekten göz kamaştırıcı bir hazine vardır.”

Tarih, anayasasız anlaşılabilir mi?

Kökleri, Tanzimat’a veya Sened-i İttifak’a götürülse de, sözcüğün teknik anlamında anayasa tarihimiz, Kanun-i Esasi ile başlar; yani 2. Abdülhamid ile. Doğru, Abdülhamid dönemine yanlı yaklaşılıyor; ama kendilerini, ‘O’nu göklere çıkarma misyoneri’ olarak görenler, ne ölçüde tarafsız bir bakış açısına sahip? Kanun-i Esasi ve Tanzimat döneminde başlayan eğitimde laikleşme ve modernleşme ile ne ölçüde uyumlular? Bu yazıda, ‘anayasal yurttaşlık’ bilgisi ile yetinilecek.

İşte, 3 Kasım 1839’dan 16 Nisan 2017’ye, anayasa tarihimizin seyir defteri:

15 başlıkta yurttaşlık bilgisi

1- Kavanin: Modern anlamda kanun vurgusu, 3.11.1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayunu ile yapıldı. Tanzimat döneminde kanunların kurullar ve danışma meclisleri yoluyla hazırlanması ilkesi benimsendi.

2- Kanun-i Esasi (KE): 3 Aralık 1876 tarihli KE, 16 kişilik komisyon tarafından yazıldı. İlk Osmanlı parlamentosunu açış konuşmasında Abdülhamid, ‘uygarlıkla demokratik yasama ilkesi’ arasında bağ kurdu: Yasaların herkesin oy ve görüşlerine dayalı olarak çıkarılması, uygar devletlerin ayırt edici özelliğidir (19 Mart 1877). Çift meclisli yapısıyla ilk kez parlamentoyu kuran KE, devlet başkanlığı ve hükümet ayrışması yapıyor; erkler ayrılığı yolunda ilk adımı atıyor. Padişah’ın yetkileri, meclisi tatile gönderme dahil, madde 7’de sayılıyor.

3- 2. Meşrutiyet: 23 Temmuz 1908’de yine Abdülhamid, 2. Meşrutiyet’i ilan ederek KE’yi yeniden yürürlüğe koydu. 8.8.1909’da KE’nin 21 maddesi değiştirildi. 2. Meşrutiyet’in iktidarın düzenlenişi bakımından somut katkısı, erkler ayrılığı ilkesini ve parlamenter rejimi getirmiş olmasıdır.

4- Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (TEK): 20 Ocak 1921 tarihli TEK, 23 maddeden oluşuyor ve KE’nin TEK ile çelişmeyen hükümleri yürürlükte sayılıyor. TEK’e göre, “Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur.” Bu nedenle öngördüğü yönetim şekli, ‘Meclisi Hükümeti’ olarak adlandırılır.

5- Teşkilat-ı Esasiye Kanunu: 20.04.1924 tarihli TEK’e göre; yasama yetkisi ve yürütme kudreti, BMM’de toplanıyor. Meclis, yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini ise kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin ettiği icra vekilleri eliyle kullanır. Meclis, hükümeti her an denetleyebilir ve düşürebilir.

6- 1961 Anayasası: 9 Temmuz halkoylaması ile kabul edilen Anayasa, erkler ayrılığını klasik parlamenter rejim ekseninde öngördü; normlar hiyerarşisinin zirvesinde yer alan Anayasa, normatif değer ile teçhiz edildi.

7- 1971 değişikliği: “Anayasa, topluma bol geldi” sloganı ile sıkıyönetim ortamında hak ve özgürlükleri sınırlandırmak ve yürütmeyi güçlendirmek amacıyla değiştirildi.

8- 1982 Anayasası: 7 Kasım halkoylaması ile kabul edilen Anayasa, parlamenter rejimin temel düzeneklerini korumakla birlikte, ‘güçlü yürütme’ ve ‘sınırlı özgürlük’ anlayışını yansıttı.

9- 1987 değişikliği: Siyasal yasakların kaldırılması ve siyasal hakların genişletilmesi yönünde ilk adım oldu.

10- 1995 değişikliği: Toplu özgürlükler alanında kayda değer iyileştirmeler yapıldı; demokratikleşme adımları pekiştirildi.

11- 2001 değişikliği: Hak ve özgürlük güvenceleri pekiştirildi; yönetim mekanizmasında askerlerin yeri sınırlandı.

12- 2004 değişikliği: İnsan hakları uluslararası hukukuna somut açılım sağlandı.

13- 2007 değişikliği: Cumhurbaşkanı’nı seçme yetkisi, TBMM’den alındı; halka verildi.

14- 2010 değişikliği: AYM ve HSYK yeniden yapılandırıldı. (Çok geçmeden AK Parti, yanıltıldığını beyan etti). AYM önünde bireysel başvuru, başlıca katkısı oldu.

15- 2017 değişikliği: Yürütme (doğrudan)-yasama(dolaylı) ve yargı (güdümünde) yetkileri, tek bir kişiye verildi. Beş ayrı kategori kararname yetkisi ile donatılan kişi; Cumhurbaşkanı, Devlet Başkanı, Devletin Başı, Parti Başkanı ve Başkomutan olmak üzere yine beş unvana sahip kılındı.

Siyasal ve anayasal tarih bütünlüğü

Tanzimat-Meşrutiyet-Cumhuriyet çizgisinde uzun bir evrimin sonucunda şekillenen siyasal ve anayasal tarihimiz, demokratik hukuk devletinin ortak kavramları ile örülü: Erkler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, anayasal denge ve denetim düzenekleri, yöneticilerin hesap verebilirliği (görev+yetki+sorumluluk), devletin insan hakları karşısındaki yükümlülükleri (saygı+koruma+geliştirme) vb.

Bunların bütünü, ‘anayasal kimlik’ olarak ‘ulusal kimlik’ kavramının temel taşları. Temel taşların atılmasında, 3. Selim ve 2. Mahmut kadar, 2. Abdülhamid’in de katkısı var.

Ne var ki, 16 Nisan metni, sadece anayasa tarihimize yabancı değil, anayasanın öncülü olan kanun kavramını bile parçaladı. Sonuç olarak, 1876, ‘göz kamaştırıcı’ bir metin olmasa da, 16 Nisan 2017 metni, ilk kazanıma açıkça ‘ihanet metni’. Doğru, tarih bütün olarak okunmalı; ancak, siyasal ve anayasal gelişmeler göz ardı edilerek hiç okunmaz. Neyse ki halkımız, tarihe ihanet anlamındaki anayasal işlem ve eylemleri olduğu kadar genel tarih karartmalarını fark edecek birikime sahip…