Boşluk.

Boşluk.
    
Neden görmekte zorlanıyorum dedi. Hızını yitiriyordu. Nereye gideceğini ne yapacağımı hangi rolü oynayacağımı bilemeden…  O, arzu ile gerçek arasındaki kopuşta kaybolmuş şeylerin peşindeydi.
    
Günlerimiz; Kaba politik, toplumsal, entelektüel çelişkilerle parçalanmış ve dağılmış.
    
Kişisel çıkarlarının bir parça ötesini görebilen herkesin kendisini sorumlu hissetmek zorunda kaldığı ve görevinin en azından kişisel ilkelerini savunmak olduğunu görmezden gelemeyeceği zamanımızda; O, erdem kavramının yol haritasını çiziyor. Ya da bu cesareti gösteriyor diyelim.
    
Haber videoları, gazete kupürleri, fotoğraflar, giderek yükselen bir koronun dâhil olduğu yokluklar silsilesi… Kamusal ve özel alana yayılan kayıplar… Kavramlar… Günümüzde hızla yok olan kavramlar.
    
O, hesapsız, plansız ve çıplak. Hem arzu uyandırır hem nefret. Teşkilatlanmaya, mülk edinmeye değil, azlığa yoksulluğa evrilmiştir. Biri mesafeleri, katmanları arttırmaya çalışırken, öteki mesafesizliğe ve temasa yönelir.
    
Michael Foucault “Doğruyu Söylemek” adlı kitabında Parrhesia’yı açılımlamıştı. Kavram, hakikati söylemenin barındırdığı riskler etrafında döner. Parrhesia kullanan kişi, aklındaki her şeyi söyleyen kişidir. Hiçbir şeyi saklamaz. Açık sözlülük, hakikat, risk ve tehlike, eleştiri ve “ödev” parrhesia’nın önemli bileşenleridir.
    
Laf etme, söz söyleme tavrı her zaman sorunsaldır, çünkü her tavrın kendi dünyası vardır.
    
Fazla gösterişli olmayan, uğraşılmamış hatta fazla dolaysız ve patavatsız olabileceğini ya da kaybedecek bir şeyi olmadığını düşündüğümüzden bizi korkutan bir tavırdır, bu.  Tamamlanmamışlığa, yetkinsizliğe, düşmüşlüğe doğru evrilen bir tavır. Dolaysız konuştuğu için incelikten yoksun denilse de kendine has bir inceliği vardır.
     
Parrhesiaste konuşurken aklında olanların tam bir dökümünü verir. Söylediği şeylerin kendi fikri olduğunu kesin olarak belirtir. Ve en önemlisi parrhesia risk alınarak, merkezde değil, sınırda yapılır. Risk alınmadan yapılması mümkünlü değildir.
    
Başkalarına hakikati söyleyecek biri, kendine hakikati söyleyen ve bu hakikat doğrultusunda yaşayan biri olmalıdır. Dışsal bir onaya ihtiyaç  duymayan özerkleşmiş biri… Büyük ideallerin, baş rollerin göz kamaştırıcı uykusundan uyanmış her şeye rağmen kendi rolünü oynayan biri. Foucault’un formülü budur, insan kendine karşı sürekli tetikte olmalıdır…
    
Yirmi birinci yüzyılın katmaları. Kentte puslu, gri fonlar. Yıllar boyu kenti yağmalayan bakış, kentin kavramlarına da bulaşıyor. Özel alan, kamusal tartışmalarının sürdüğü absürd oyun pasajları arasında, kavramlar kayıp!