İnsanın sonradan ve dönerek edindiği kimliğe sarılması başka oluyor. Bir dinden başkasına geçenlerden söz etmeyeceğim, o malum. Benim şimdi dikkatimi çeken, yıllardır muhalif olanın döndükten sonra iktidar destekçiliğinde sınır tanımaması. Ya da tersi; yıllardır iktidar destekçisi biri, bir gün bir vesileyle muhalif olmaya görsün, ömründe muhaliflikten başka kimliği olmamışlar yanında “muhalifim” demeye utanır.

Misal, bazı gazeteler var, işim gereği hepsini okuduğumdan biliyorum, iki yıl önce memleketin son 10 yılda nasıl çağ atladığını, ne büyük devrimler yaptığını, insanların bolluk içinde yüzdüğünü, dünyanın lider diye Türkiye’ye baktığını yazıyorlardı. Sonra, ne olduysa oldu, muhalif oldu bunlar. Memleketin son 12 yılda nasıl da geriye gittiğini, mutfağın yangın yerine döndüğünü, dünyanın yüzümüze bakmaz hale geldiğini, en ileri demokrasinin yerini faşizmin aldığını anlatmaya başladılar.

Bir muhalefet bir muhalefet ki, tutana aşk olsun.

Daha düne kadar “TUTMAYIN” diye haykıran o gazetelerden biri, geçen gün “ERDOĞAN’I DURDURUN” diye manşet attı. Yanında da bir kutu: “Bu kaçıncı açılış” diye soruyor.


Neymiş efendim; “HDP il il gezip ‘toplu açılış’ adı altında 400 vekil isteyen Erdoğan’ı YSK’ya” şikâyet etmiş. ErdoğanDiyarbakır’da 1 yıl önce hizmete giren tesisleri seçim öncesi yeni yapılmış gibi” açmış. “Mardin’de AKP’li belediyenin yarım bıraktığı ve HDP’li belediyenin 700 bin lira harcayarak tamamladığı otogarı hükümet hizmeti gibi” göstermiş.

Geçen gün de, televizyonda baştan sona canlı yayınlanan konuşmalarından birinde izledim, Kosova’da Mehmet Akif Ersoy’un babası Tahir Efendi’nin görev yapması için 1861’de inşa edilen ancak savaş sırasında tahrip olan camiin açılışını da müjdeledi Sayın Cumhurbaşkanı.

Neyse ki, her şeye muhalefet eden bu sonradan muhalifler bu açılışa bir şey demediler.

Toplu ya da tek, her türden açılışa sağ muhafazakâr iktidarlar pek meraklıdır. Demirel barajlar açtı, Özal otoyollar… Fena mı oldu? Kendimi ve bazı arkadaşları dışarda tutarak söylüyorum, bu açılış konusunda asıl tutucu olan solcular. Ankara’dan İstanbul’a, Özal’ın açtığı otoyoldan, ibreyi 180’e, 200’e dayayarak gidenler bilirim. Öylece basar giderler, açılışına bin bir itiraz yükselttikleri o yollardan, merhuma bir Fatiha bile okumadan.

Açılış, açmak, aç … derken askerliğim geldi aklıma. Konuyla ne ilgisi var, bilmiyorum. Kısa ama yoğunlaştırılmış bir askerliğim oldu ve asker emeklisi biraderimden daha fazla anı biriktirdim orada.

Askerde de bir açılış oluyor; aç aç! Bilenler bilmeyenlere detayını anlatsın; ben şu kadarını söyleyeyim: Parasını verip bilet alarak bir salonu dolduran yüzlerce aç askerin önünde, ekmek parası peşinde kadınların “aç aç” tezahüratları altında sonuna kadar açıldıkları bir rezil şov.

Biz askerde kalabalık bir grup birlikte dolaşıyoruz; hepimiz yaşlı başlı hapishane çıkışlı adamlarız, “necisiniz” diyene “hapishaneci” diyecek halimiz yok, ben öne atılıp “gazeteci” diyorum. Adımız oldu gazeteciler grubu.

Aç aç geldi tugaya. Dedim ya solcular bu konuda pek muhafazakâr. Cahit (Akçam) tutturdu “gitmem” diye. Ben “gidelim”ciyim. Orada solcuların muhafazakârlığı bir kez daha apaçık görüldü; tek kaldım. Herkes Cahit’in yanında…

Ya, insan hayatta en çok birkaç kez evleniyor, bir kez askere gidiyor, askerliğin en önemli etkinliklerinden birinden kaçılır mı? Yere yatıp üç el ateş bile ettik G-3’le…

Neyse, bastırıp 5 kağıdı, gazetecilik forsunu da kullanıp en önde bir yere oturdum. Ortam da loş biraz, bakınıyorum bizden başka kimse var mı çaktırmadan giren diye. Az ilerde Sırrı’yı gördüm (Süreyya Önder), pür dikkat etkinliği izliyor. O sinemacı, ben gazeteci olarak tarihe tanıklık ediyoruz, ama gel de bizim muhafazakârlara anlat!

Yazının başıyla kıçı arasında bir ilişki kurabildim mi, bilmiyorum. Siz kurduysanız ne ala, kuramadıysanız salın gitsin.

Yine de iddialıyım; bu yazı iktidar tarafgirliğinden iktidar muhalifliğine dönenlerin yazıp söylediklerinden daha tutarlı olmuştur.