Geçen gün Cengiz Çandar, eski Genelkurmay Başkanlarından Hilmi Özkök hakkında kendisinin de katıldığı bir değerlendirmeyi

Geçen gün Cengiz Çandar, eski Genelkurmay Başkanlarından Hilmi Özkök hakkında kendisinin de katıldığı bir değerlendirmeyi aktardı: Meğer Hilmi Özkök, yanlış ülkede yanlış zamanda bir genelkurmay başkanı gibiymiş. Kendisini yakından tanısanız anlarmışsınız; o, bir İskandinav ülkesinde genelkurmay başkanı olabilecek türden, gayet medeni bir insanmış. Buraya uymuyormuş...

Acaba? Aklıma takıldı, bundan tam 5 yıl önce, 25 Nisan 2005 tarihinde Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün yaptığı çok önemli bir konuşma üzerine yazdığım “Genelkurmay fay hattında öncü deprem mi artçı deprem mi?” başlıklı yazıma baktım. Televizyonlardan da naklen yayınlanan bu konuşma için, “adeta Batı Çalışma Grubu raporu mahiyetinde” demiştim.

Çünkü Özkök konuşmasında Ermenistan, Yunanistan, Kıbrıs, irtica, Kürt sorunu, ABD ve AB ile ilişkilerden tutun “ülkenin iç gündemini oluşturan” (TV’deki “Size Anne Diyebilir miyim?” programları dahil!) çeşitli konulara değinmişti. “Ilımlı İslam” itirazı dışında ABD politikalarını desteklemiş, Türk-Amerikan ilişkilerinin iyi olduğunun altını çizmiş, İran’ın nükleer çalışmalarından duyulan kaygıları dile getirmiş ve Afganistan’ın NATO için nasıl bir prestij meselesi olduğundan söz etmişti.

Yani Amerikancılık bakımından hiç de yeni bir şey söylememişti. Konuşmasının TSK’nın vizyonu ve misyonuyla ilgili bölümünde yer alan “ülkenin bütünlüğüne, ulusal birliğine ve rejimin devamlılığına yönelik tehditlere karşı gerekli tedbirlerin alınması” hakkındaki imalarına bakarak, ben de, “akla ister istemez şu meşhur iç hizmetler kanununun bilmem kaçıncı maddesi geliveriyor” diye yazmıştım.

Ayrıca o günlerde Demirel “Derin devlet, askerdir” gibisinden veciz bir söz kullanmış; Özkök de bu tespite “devlete çeşitli sıfatlar eklemek münasebetsizliktir” diye tepki göstermişti. Yine o günlerde Genelkurmay’ın “Psikolojik Harekât” bölümünün kapatılıp yerine “Bilgi Destek Harekâtı” birimi kurulmuş olması, demokratikleşmeye bir kanıt olarak gösterilmekteydi.

Özkök bunu da derhal tekzip ederek “Yapılan isim değişikliğidir. Bu birimin icra ettiği görevlerde ve teşkilatında her hangi bir etkisizleştirici değişiklik yapılmamıştır” demişti. Beş yıl önce de yazdığım gibi, Hilmi Özkök aslında şöyle demekteydi: “Biz, biz... toplum mühendisleriyiz. İç dinamik biziz... Siyasi alana da müdahale ederiz.” Peki AKP? Şimdiki afra tafrasına bakmayın, AKP hükümeti o günlerde bu konuşmayı “aklıselim ve olgun” bulduğunu ilan etmişti! Ayrıca aynı Özkök, hatırlarsınız, Kürt sorununa “çözüm” olarak “sözde vatandaşlar” kavramının da mucidi olan bir askerdi ve ABD’nin emrettiği 1 Mart Tezkeresi’nin kabul edilmesini istemişti. Demek ki neymiş? Meğer bu muhterem, yani Özkök vakti zamanında, görev başındayken hiç de “İskandinav paşası” gibi değilmiş! Meğer Özkök de siyasete her boyutta müdahale eden (normal!) bir askermiş! Ve tam da bu yüzden, dediğim gibi, 1 Mart’ı da desteklemişti...

Ama şimdi mesela Fehmi Koru kalkıp, 1 Mart Tezkeresi kabul edilse darbe için ortam oluşacağını, bunun reddedilmesinin darbe planlarını suya düşürdüğünü iddia etmez mi? Buna karşılık Fikret Bila da “Eğer 1 Mart Tezkeresi’nin darbeye dönük bir ortam hazırlaması olasılığı söz konusu olsa, Özkök, 1 Mart’ı desteklemezdi” diye itiraz etmez mi? Gel de işin içinden çık...

İşte bu yüzden “meğer”lerden, “eğer”lerden sonra “acaba”lar da çoğalıyor. Yine Cengiz Çandar, son günlerde Hilmi Özkök ile Çetin Doğan arasındaki karşılıklı “soru savaşı”ndan şu çıkarsamaları yapıyor: “Mayıs 2003’te Hilmi Özkök ile Çetin Doğan arasında mutasavver bir darbe konusunda konuşma geçmiş. 

Ağustos 2003’teki bir tarihten sonra, yani Çetin Doğan emekliye sevk edildikten sonra 1. Ordu ve diğer komutanlıklarda bu yönde bir idari tahkikat yapılmış.” Acaba bu tahkikatın sonucu ne olmuş? Yani Hilmi Özkök, yani o zamanın en sorumlu asker paşası bir darbe girişimi tespit etmiş mi, etmemiş mi? “Bu amaçla kozmik odalara ve MEBS’e girilmiş. Bir tahkikat yapılmış.

Kozmik oda ve MEBS Başkanlığı’ndan plan seminerine ait belge ve ses kayıtları incelemek için çıkarılmış.” Acaba bu incelemeler sonucunda darbeye dair hiç kanıt bulunmamış mı? Her şey bir yana... Acaba bu belgelerden H. Özkök ve A. Yalman (ve İ. Başbuğ) hangi ölçüde haberdarmış?

Açıkçası Hilmi Özkök, hani şu darbe-savar, demokrasi-sever paşa kozmik odadan çıkarılan bu belgeleri inceletince neden derhal darbe soruşturması yapmamış? Acaba yıllar sonra “koşullar olgunlaştığında”, kozmik odadan çıktığı söylenen bu belgeleri, savcılığa Hilmi Özkök vermiş olabilir mi?

Savcıların bu belgeleri nasıl ele geçirdiği sorun yaratabileceğinden, acaba bunlar bir biçimde (bavul içinde) önce Taraf gazetesine verilmiş, sonra burada yayınlanınca, savcılık da “mecburen” soruşturma açmış ve belgeleri (geri) istemiş ve acaba Taraf da bunları (tekrar) bavulla savcılığa teslim etmiş olabilir mi? Acaba? Acaba, acayip, taaccüp, ucube... Hepsi aynı kökten türeyen kelimeler...

Acaba, bu acayip (tuhaf) gelişmeler, bizlerde taaccüp (şaşma) duygusu yaratmak amacıyla böylesi ucube (şaşılacak kadar çirkin olan) tarzlarda tezgâhlanıyor olabilir mi? Haliyle merak ediyoruz.

“Merak” için “olay dizisinin gelişimi ile seyircide uyandırılan soru duygusu” deniyor, haliyle böyle sorular soruyoruz. Yine “merak” için “gerilim sağlayıcı öğe” de deniyor, haliyle biz de geriliyoruz! Çünkü ileride birileri çıkabilir ve hatıratında öyle şeyler açıklar ki...

Apışıp kalabiliriz! Meğer bütün bu olup bitenler AKP’nin demokratikleşme-sivilleşme gayretkeşliği filan değilmiş, kıblesi ABD’ye dönük şekilde askeriye cenahındakilerin kendi iç hesaplaşmalarıymış, diyebiliriz! Acaba böyle der miyiz?