“Sınırı açtık” müjdesiyle Edirne Pazarkule’ye gidip de karşılarında Yunanistan’ın tel örgülerini bulan mültecilerle konuştuğumda, çoğu tekstil işçisi olduğunu söylemişti.

Farklı kentlerde, birbirine benzeyen havasız, alçak tavanlı atölyelerde çalışıyor, ‘şanslı olanları’ aşırı kalabalık apartman dairelerinde barınıyorlardı.

Konuştuklarımın çoğu Afganistan’dan gelmişti, Suriyeliler genellikle genç erkeklerdi, en çok onlar umutluydu Avrupa için. Diğerlerine on yıllarca mülteci olmanın karamsarlığı çökmüştü.

Evrensel gazetesinden, gazeteci ve yazar Ercüment Akdeniz’in ‘Suriye Savaşının Gölgesinde/Mülteci İşçiler’ başlıklı kitabı da, kriz anlarında ilk unutulanlar, vazgeçilenler olan mültecilerin virüs salgınından önce de nasıl yaşadığını, nasıl çalıştığını, çocuk işçileri anlatıyor:

“Bu çalışmada beni en çok etkileyen ve belki de en çok zorlayan röportaj Afgan işçi çocuklarla yapılmış olanıydı. Çünkü röportajdan sonra o çocukları bir daha hiç göremedim. Birleşmiş Milletler’in gözetiminde olduğunu öğrendiğim Afgan çocuklar, kendilerine tanınan sığınmacı süresini doldurmuş ve nihayetinde her biri bilmediğimiz bölgelere, ülkelere gönderilmişlerdi. Acaba şimdi onlar nerede?”

Bu soru şimdi hepsi için geçerli, acaba neredeler? Pazarkule’den geçip Avrupa hayaline mi yürüdüler, barakadan bozma evlerde ‘karantinadalar’ mı, hâlâ o atölyelerde mi çalışıyorlar ya da hastalandılar mı?

Pandemi öncesi hayatlarına bakarsak bu soruların cevapları çok olumlu değil:

“İkametgâh istemeye gidince diyorlar ki; pasaportunun süresi geçmiş, veremeyiz! Bize diyorlar ki; Suriye’ye geri dönün, pasaport çıkartıp öyle gelin. Bizim orda pasaport nasıl alınır biliyor musunuz? Pasaport dairesine gitmek için bir caddeden geçmek zorundayız. Caddenin iki tarafında kim olduğu bilinmeyen sniperlar yani keskin nişancılar var. Aralarında kelle hesabı bahse giriyorlar. Her gün o caddede 10-15 kişi ölüyor. Vallahi bana 1 milyon lira da verseler gene de o caddeden geçmem!”

“Evliyim, 3 çocuğum var, kirada otuyoruz. Atölyenin sahibi bize oyun oynadı. Önce 450 lira haftalık veriyordu. Sonra maaşa çevireceğim dedi ve maaşımızı 1600 lira yaptı. Yani ücretimizi düşürmüş oldu. Bu sefer paraları ödemez oldu. Giderek haftada 50, 100 lira vermeye başladı. İtiraz edince de ‘İstemeyen çıksın’ dedi. Biz üç aydır para alamıyoruz. Evde çocuklar aç. Rusya’da yaşayan Suriyeli bir arkadaşımdan 500 dolar borç istedim. Şimdi o parayla idare ediyoruz.”

Ercüment Akdeniz, 22 yaşındaki Suriyeli Ali ile konuştuklarını da şöyle aktarıyor:

“…Başka bir örnek olay da bir kahvehanede gerçekleşmiş. Ali’nin Suriyeli olduğunu bilmeyen genç bir Türkiyeli işçi Suriyeliler için ‘Şerefsizler’ demiş. Ali hemen söze atılmış; ‘Şerefsiz olan gerçekte kim?’ Ve hiç aralık vermeden kelimeleri sıralamış: ‘Dostum bir düşünsene, Suriyeli geliyor buraya ve çalışmak zorunda. Savaştan gelmiş, annesi orada. Adamın hali perişan ve patron aylık 200 dolar bile verse yine çalışacak! O zaman suç kimde? O zaman suç senin patronunda, Suriyeliyi o paraya çalıştıranda. O zaman şerefsiz olan af edersin senin patronundur, biz değil!’”

Kitap, pandemi günlerinde hepimiz okuyabilelim diye erişime açıldı: www.korkitap.com