Yeni Anayasa arayışları!
Başkanlık ve Hitler örneği!
Diyanet’in nişanlılar fetvası!
Cuma namazına uygun mesai!
Beyaz bayrakla dolaşılan mahalleler!
Ve ölüler, ölümler...

Ülkenin bir yanında insanlar evlerinden beyaz bayraklarla çıkıp sokaklarda öyle dolaşmakta; öteki yanında vatan, millet, kardeşlik nutukları atılmakta.
Bir yanında, cenazeler morglardan alınıp defnedilememekte, öteki yanında devlet hizmetinde can verenlerin cenazeleri kaldırılmakta.
Bir yanında, yaşanan onca acıyı, girilen çıkmaz sokakları AKP’ceye tercüme edip aklayıp paklamanın yolunu tutanlar var; öteki yanında, bunca belayı steril bir dille açıklama derdine düşenler...
Bir yanında, adım adım İslami devlete yol açılmakta, öte yanında bir zamanlar “İran’a benzeyeceğiz” korkularını dile getirenleri azarlayanların suskunluğu...

Rövanş maçı gibi
Adına ister ayrışma, kutuplaşma, ister bölünme deyin, bilerek, isteyerek karşıt uçlar arasına sıkıştırılmış bir Türkiye karşısındayız. Bu bölünme, modern bir toplumdaki gibi farklı ideoloji, siyasal görüş, sınıf farklılıkları gibi ayrışmalardan gelmiyor; bu ayrışma, Türkiye’ye dair farklı projeler güdülmesiyle ilgili.

Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana izlenen ve demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, laiklik gibi değerlerle çevrili toplumsal siyasal projenin karşısına, şimdi, dini referanslara dayalı, demokrasisi, hukuku, özgürlükleri başkanlık sistemi çerçevesinde belirlenecek bir toplumsal-siyasal proje çıkartılmakta.

13 yıllık iktidar boyunca, bu proje doğrultusunda karşıt güçlerin susturulmuş veya ele geçirilmiş olduğu da biliniyor. Şimdi, başkanlık sistemi gibi son bir hamle için gerekenler yapılmakta!

İktidarın sahasında, onun kurallarıyla...
Kuralları iktidar koyuyor derken, abartmıyorum.



Örneğin 13 yıllık iktidarda alınan yolun da, bugünkü hamlelerin de muhalefetin oyun sahasını daraltmaya yönelik olduğunu görmemek mümkün değil. Hepsini sayıp dökmeyeceğim, ama şu muhtarlarla yapılan toplantıları bile küçümsememek gerek. Bir yandan Cumhurbaşkanı’nın davetinin verdiği onur, öte yanda kulaklarına dolan bilgiler ve bunların mahallelerde, köylerde başkalarına nakli... Tabana ulaşmanın bundan alası mı olur!

Bunun karşısında, her biri, kendi kalesi etrafında öbeklenmiş, kendi kalesini savunma derdine düşmüş bir muhalefet... İktidar açısından, “bundan iyisi can sağlığı!” Beri taraftan her kaleye ayrı gol yağdırılmakta, öteki tarafta ise, kendi cenahını memnun etmek adına şöyle “damardan” bir eleştiri nasıl yapılırdan ötesi yok!

Örneğin herkes, Cumhurbaşkanı’nın Hitler örneğini vermesi nedeniyle “akil ve zikir” meselesine girmeyi pek sevdi; ama o dönemde Hitler’in yükselişine yol açan Almanya’daki sosyal demokratların dağınıklığı ve kendi derdine düşmüş oluşlarına dikkat çeken yok! Oysa, Almanya’da olduğu gibi Türkiye’de de ne istendiği, isteyenin kim olduğu, bugüne kadar yapılanlar ortada; bu durumda özellikle muhalefet partileri için asıl konuşulması gereken de, mal bulmuş mağribi gibi yapılan bu “gafa” sarılmak değil, bu lafın düşündürdüklerine karşı neler yapılabileceğini konuşmak olabilir.

Örneğin insan merak ediyor; MHP, başkanlık sistemine “zinhar hayır” derken ne yapmayı düşünüyor?

Örneğin, “Parlamento yürütmenin arka bahçesi haline geldi” diyen Kılıçdaroğlu, başkanlık sistemine karşı çıkarken neye bel bağlıyor?
Örneğin HDP barış isterken, barış için kimlerle, hangi güçlerle bir araya gelme gayretinde!
Örneğin ölüleri bile kaldırılamayan ailelerle evladını, eşini, babasını yitirmiş aileleri bir araya getirmek, acılar arasında köprü kurmaktan söz ediyorum; BARIŞ çağrısında bulunanlar duymuyor bile!

Acı yazıyorum!
Acı yazıyorum, çünkü eleştirilere sığınıp tıkanmaktan bıktım. Boş yere umuttan söz etmekten de sıkıldım. Tıkanmayı da, umutsuzluğu da aşmak için mücadelenin adını koymak ve bunun için birleşmek gerekmekte. Konuşmamız gerekenler de bunlar diye düşünüyorum.

Hukuk fakültesi mezunuyum; fakültede en sevdiğim ders de “anayasa hukuku” idi. Ancak beni ilgilendiren hangi maddenin nasıl yazılacağı değil, bu maddelere hayat veren toplumsal mücadeleler, bu mücadelelerin temsil ettiği değerlerdi. Yani anayasa maddelerinden önce, yüzyıllara varan bir toplumsal mücadele vardı. Tıpkı, sendikalardan önce yüzyılları bulan “emek mücadelesi” gibi...
Bu nedenle, şimdi Türkiye’de “yazmak” değil, insanı, hak ve özgürlükleri, demokrasiyi, eşitliği, hukuk devletini, laikliği güvence altına alacak bir anayasa için mücadele etme zamanı. Özlenen anayasa, ancak bunun üzerine yazılabilir. Bunun için de, yalnız CHP, HDP, MHP’nin değil, sokaktaki muhalefetin, burjuvazi ile emeğin de bu mücadele etrafında birleşmesine ihtiyaç var ki, “zurnanın zırt dediği yer” de orası!