Başlığa taşıdığım ‘acele piyasalaştırma’ ifadesini Alp Yücel Kaya’nın “Neoliberal Mülkiyet ve ‘Acele Kamulaştırma’ Nedir?” başlıklı makalesinden aldım. Kaya, bu makalede acele kamulaştırma kararlarından hareketle kamulaştırma ilkesindeki dönüşüme bakıyor. Kararların, neoliberal dönüşümün idari hukuk ve uygulamalara yansıması olduğunu ifade ediyor. Bu anlamda kamulaştırma ilkesinin, piyasalaştırma politikasına dönüştüğünü gösteriyor. Kaya, aynı zamanda bu dönüşümün, genel çıkarlar ile rekabetçi piyasa arasındaki mücadele ile ‘kamu yararı’nın anlamı üzerine verilen siyasi mücadelelere bağlı olduğunu da söylüyor.

Kamulaştırma konusu birkaç haftadır gündemi meşgul ediyor. Selin Sayek Böke'nin açıklamasının ardından, geçtiğimiz hafta da TÜSİAD Başkanı “Herhangi bir özel şirketin mülkiyet haklarını çiğneyecek bir şekilde kamulaştırılması asla söz konusu olmamalıdır” demişti. Beni bu konuyu irdelemeye çağıran şey ise, aynı gün Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan bir kararname ile Çapaklı Köyü’nde yer alan 106.799 metrekare büyüklüğündeki köylülere ait araziye ‘acele kamulaştırma’ yoluyla el konulması oldu.

Acele kamulaştırma kararlarının sayısı yıldan yıla artıyor. Bu uygulama orman, mera veya tarım alanları üzerinde özellikle enerji, maden, yol, köprü vb. projeler için özel sektör lehine sıkça başvurulan bir yöntem haline gelmiş durumda. Aslına bakarsanız, yani yasa gereği, acele kamulaştırma istisnai durumlara yönelik bir uygulama olarak tarif ediliyor.

Fakat bugün itibariyle kamu yararından epey uzaklaşarak hukuki ve fiili bir el koyma hamlesi olarak gerçekleşiyor diyebiliriz. Çeşitli yatırımların önündeki engellerin Cumhurbaşkanlığı kararıyla piyasa aktörleri lehine ortadan kaldırılmasına dayanıyor. Ayrıca da geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan verilere bakılırsa bir istisna olmaktan çok uzak olduğunu da vurgulamak gerekiyor.

Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu’nun sunduğu verilere göre son 17 yılda toplam 1609 acele kamulaştırma kararı alınmış! Bu veri bize ‘acele kamulaştırma’nın hükümet için talanı hızlandıracak rutin bir idari işlem olduğunu gösteriyor. Kendini halktan ve ihtiyaçlarından bağımsız bir kamu olarak konumlandıran hükümetin başka türlüsünü yapması da mümkün görünmüyor. Keza hükümetin kamuoyunu da şirketlerin oluşturduğu düşünüldüğünde kamu yararının buradan tarif edilmesi şaşırtmıyor.

Tam da bu sebeple, artık acele piyasalaştırma olarak işleyen kamulaştırma uygulamalarında kamu yararını tarif etmek de talep etmek de önem kazanıyor. Bu anlamda da kamu, kamuoyu, kamu yararı gibi kavrayışlarını da yeniden gündeme getirmek değerli görünüyor. Çapaklı köylüleri de buna çağırıyor: Acele Kamulaştırmaya ‘isyan’ ediyor. Köylüler kamu yararının kanundaki kriterlere uymamasına karşı çıkarken aynı zamanda yaşamı, toprağı savunduklarını ifade ediyor. Halka ait verimli toprakların, tarım arazilerinin özel bir şirketin işleyişini kolaylaştırmak için kamulaştırılmasında kamu yararı olmadığını vurguluyorlar. Benzer bir şekilde Çiftçiler Sendikası da acele kamulaştırma kararlarının hak ihlali olduğunu söylüyor.

Uygulamanın piyasalaştırıcı biçimde işlemesi, bana öyle geliyor ki özellikle de tarım arazileri söz konusu olduğunda daha da can alıcı bir hal alıyor.

Gıdada gittikçe daha çok dışa bağımlı hale geldiğimizi biliyoruz. Gittikçe daha çok şirketlere bağımlı hale geldiğimizi biliyoruz. Elde kalan verimli toprakları da tarım dışı uygulamalara, suyu, havayı kirleten enerji, maden yatırımlarına kaybediyoruz. Ayrıca bu tarım politikalarını kırda yaşayan ve kırdan geçinen insanları daha da yoksullaştırdığını da biliyoruz. Tüm bunlar kamu yararını tarif ve talep etmenin, acele piyasalaştırmaya karşı bir tür yeniden kamulaştırma talebini üretmenin sınıfsal, demografik, ekolojik gibi boyutlarıyla önemini ortaya koyuyor.