"Erbil ile arkadaşlığımız kırk seneden fazla olmuştur. Kimseye temenna etmeden, eğilmeden, bükülmeden; onurlu bir yaşam sürdürdü. Niye bu denli erken bırakıp gittin sevdiklerini? Çok ama çok arayacağız seni..."

Acelen neydi be Erbil? Seni çok arayacağız!

Oğuz Türkyılmaz

Dün yıldızlara uğurladığımız devrimci gazeteci, yazar Erbil Tuşalp ile arkadaşlığımız kırk seneden fazla olmuştur. 1980 öncesi bir toplumsal olayda haber peşinde iken yaka paça gözaltına alınıp polis otobüsüne konulmaya çalışıldığında çekilen fotoğrafın hep aklımda.

Yıllar sonra bile o olayı tekrar anlatmanı isterdik. Gözaltına alınmamak, polis otobüsüne binmemek için direnirken otobüsün kapı koluna sımsıkı yapışmışsın, ite kaka otobüse konulduktan sonra bir bakmışsın o kapı kolunu elinde hâlâ sımsıkı tutuyorsun, bunu anlattığında kahkahalarla ne kadar çok gülerdik. Benim TMMOB’de yönetici, senin Vatan ve Cumhuriyet Gazetesinde muhabir olduğun yıllarda başlayan yol arkadaşlığımız da, bir başka kavşakta yine kesişmişti. Benim çalıştığım Demokrat Gazetesi ile Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Büroları, 1979-80 döneminde, Konur Sokak’ta aynı binadaydı. Kimler yoktu ki Cumhuriyet’in Ankara Bürosunda; Mustafa Ekmekçi, Yalçın Doğan, Sedat Ergin, Işık Kansu, Faruk Bildirici, Havva Can ve büronun atak ve acar siyasi habercisi Erbil Tuşalp.


Sonra 12 Eylül faşist darbesi ve karanlığı… Sola yönelik operasyonlar ve Ankara’da Devrimci Yol operasyonunda 8 Kasım 1980’de evimizin basılması. Eşim ve evde bulunan arkadaşlarım ile gözleri bağlı olarak alıkonulduğumuz; Ankara Emniyet Müdürlüğünün arka tarafının bodrumunda; cafcaflı adı, Deneme Araştırma Laboratuvarı (DAL) isimli işkenceye dayalı sorgu merkezinde geçen zor günler. DAL’da zalimlerin neredeyse zevklenerek bize duyurdukları İlhan Erdost’un dayak ve işkenceden ölüm haberi...

Erbil, Fatsa’daki devrimci deneyimi destekleyenlere yönelik baskı ve zulmü, tüm gerçekliği ile aktarmıştı Cumhuriyet’in sayfalarına. Bu haberlere ifrit olan işkenceci sorgucuların bana sordukları sorularla, “Ulan siz mi yazdırıyordunuz o Fatsa yazılarını Erbil Tuşalp’e, ona da göstereceğiz gününü...” diye akılları sıra tehdit ederlerdi.
1981’de tahliye olduktan sonra evlerine gittiğimde, annesi ve eşi duymasın diye, evin arka odasında kapıyı usulca kapatıp yaptığımız fısır fısır konuşmalar. Saçlarım asker tıraşı olduğu için, beni ailesine askerlik arkadaşım diye tanıtmıştı...

O karanlık dönemde, Erbil’in sık sık bizi arayarak, o cana yakın, sımsıcak sesi ile yaptığı “Pastamız var, çayımız var, Latife ile bekleriz” davetine ‘hayır’ demek mümkün müydü? Halk sokaktaki apartmanın en üst katındaki salonda halıların üzerinde emekleyen Ekin’in varlığı, o yakın dostluğun değerli bir parçasıydı ve çok güzeldi. Bizim ilk çocuğumuz Deniz doğduğunda paylaştığımız o sımsıcak duygular ve yaşam sevinci de.

1983’de bir gece Erbillerde hep birlikte otururken, gece geç saatlerde kapı zili çaldı. Sıkıyönetim koşullarında gece geç saatlerde çalan zili, hayra alamete yormak kolay değildi. Tedirgin bir şekilde kapıyı açtığımızda karşımızda, Danışma Meclisi Tunceli Temsilcisi Kamer Genç. Kendine özgü bir kişiliği olan bu cesur Dersimli, cuntanın bizzat seçerek atadığı Danışma Meclisinin, bir iki aykırı sesinden biriydi. Milli Güvenlik Konseyinin hazırladığı Anayasa Taslağı Danışma Meclisinde görüşülecekti. Görüşmelerde yapacağı konuşmanın hazırlığında yardımcı olması için Erbil’in kapısını çalmıştı. Çantasında bir top kâğıt ve bir şişe viski. O zaman bilgisayar falan ne gezer. Geçti Erbil daktilosunun başına. Şişe açıldı. Faşist cuntaya karşı zehir zemberek sözcükler ortaya saçıldı. Sabaha kadar çalıştık, viskiyi, çaylar, kahveler takip etti. Ertesi gün, Danışma Meclisinde Kamer Genç, gür bir sesle taslağı eleştirirken, cuntacı generallerin zehirleri suratlarına vurmuş olmalıydı. İntikamlarını, Kamer Genç’in Halkçı partiden yaptığı milletvekili adaylığını reddederek aldılar.

acelen-neydi-be-erbil-seni-cok-arayacagiz-778124-1.

ART ARDA KİTAPLAR

Kalemi çok güçlüydü. Yaşanan onca baskı, zulüm ve işkencenin kaydının olması için faşizme karşı hayatı, gericiliğe karşı aydınlanmayı ve devrimi savunan bir devrimci, aydın olarak saf tuttu Türkiye’nin aydınlık geleceği için verilen mücadelede anlamlı satır başları olarak yazdığı kitaplar birbirini izledi. Bin İnsan, Bin Tanık, Bin Belge, Eylül İmparatorluğu, Artık Demokrasi İsteyin, Ben Tarihim Bay Başkan, Paşa İle General, Önce Çocuklar Öldü, Evreninki mi, Özal’ınki mi? Çürüme, Plastik Papatya Kokusu, Şeriatı Beklerken, Demokrasi Sizin Neyinize? Şeriat A.Ş., Sen Sofi’nin Oğlusun , İslam Faşizmi, Bozkurtlar, Çete Parti Mafya, Aldanma, Kuklaturka, İslam İmparatorluğu.

Binlerce sayfalık kitabı yazdı. İşkenceye, zulme, baskıya, talana, yalana karşı dimdik durdu, ezilenlerin, ayrımcılığa tabi tutulanların yanında tereddütsüz, “ama”sız,”fakat” sız yer aldı.

Erbil 17 Temmuz 1986’da kurulan İnsan hakları Derneğinin 98 kurucusundan biri oldu, kitapları, yazıları, mücadeleye destek verdi

BİR DÜŞ KIRIKLIĞI

1980’ lerin ikinci yarısında sınırlı bir sermaye ile haftalık bir sol haber dergisi çıkarma girişimi içinde ben de aktif yer aldım. Yayın yönetiminde Mustafa Sönmez ve Murat Çelikkan’ın olacağı, baş yazarlığını Emil Galip Sandalcı’nın yapacağı bu projeye o denli inanmıştım ki, Erbil’i Cumhuriyet’den ayrılıp derginin Ankara Temsilcisi olması için ikna etmeye çalışanların başındaydım. İstanbul ve Ankara’da bürolar tutuldu, Menekşe Sokak’taki büroyu kendimiz temizledik, boyadık, tefriş ettik Derginin çıkışı kamuoyuna duyurulmuş afişler asılmış iken, ilk sayının görüşülmesi gündemli yayın kurulu toplantısı için gittiğimiz İstanbul’da, bazı keskin (!) solcu arkadaşlarımızın dayanaksız suçlamaları ve fiili müdahalesi ile proje engellendi. Erbil’in o değer miydi diyen acı dolu bakışları ve sitemlerini hiç mi hiç unutmadım.

SKYTÜRK DÖNEMİNDEN

Gazetemizin yazarlarından, Nazım Alpman’ın, Erbil ‘in SKYTÜRK Genel Yayın Yönetmeni olduğu dönemde 11.11.2002 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan röportajında yer alan, Erbil’in şu sözleri çok önemli. “Haber eğilip bükülmez, silah olarak kullanılmaz… Yere ve zamana göre değişmez. Haberin bir kısmını verip bir kısmını vermemek bizde hiç olmadı, olmayacak.” Bir tane habercilik ilkemiz var: Doğru haber! Haber saydam olmalı. Haberin bir kısmını verip bir kısmını vermemek bizde hiç olmadı, olmayacak… Haber yalnızca haberdir. Haberle kimseyle alay edilmez.

Nazım Alpman’ın Erbil için şu değerlendirmesine katılmamak mümkün mü?

“Güler yüzlü olması ciddiyetinden taviz anlamına gelmez. Mesleğinde acımasız bir titizliğe sahiptir. Uzun meslek yaşamında “sorulmayan soruların” peşine düştü. Tuşalp’in merakı Türkiye’nin yüzakı raflarına 21 kitaptan oluşan koca bir bölüm ekledi. Eklenecek dört yeni kitap yayıncısını bekliyor. İnsan haklamanın “yasal” olduğu dönemlerde insan hakları haberleri yazdı. Tuşalp 1980’de ÇGD’nin, 1988, 1997 ve 2001’de TGC’nin Yılın Gazetecisi ödüllerini aldı.”

Erbil, kimseye temenna etmeden, eğilmeden, bükülmeden; onurlu bir yaşam sürdürdü. Yıllarca “hırsla çakarak kibriti, ilk nefeste yarıladığı sigaraların yarattığı KOAH’ın olumsuz etkilerinden daha az zarar görmek için eşi Ayşegül ile oturdukları Karaburun’un bol rüzgârlı tepesindeki kartal yuvasını, 10 Nisan 2019’da eşim ve kızımla ziyaret ettiğimizde geçmiş günler anmıştık. Artık burada yaşamaktan yorulduklarını, şehre dönmek istediklerini söylemişti. İzmir’e döndükten sonra da, çok kereler telefonla konuşmuştuk.

acelen-neydi-be-erbil-seni-cok-arayacagiz-778125-1.

SON SÖZ YERİNE

Erbil, Nazım Alpman’la konuşmasında; “Birisi bana ‘sen toplumun belleğisin’ dediği zaman çok mutlu oluyorum. Dünü unutup bugünü kurmak mümkün değil” demişsin.

Sen toplumun yalnız belleği değildin. Vicdanıydın aynı zamanda. Faruk Bildirici dostumuzun, senin için yazdığı yazının sonunda Eylül İmparatorluğu kitabının önsözünden aktarmış gençlere mesajını:

“Sizin için tartışmasız, başkaldırısız, kavgasız, kitapsız, şiirsiz, bilimsiz ve politikasız… Bir gelecek öngörüldü. Geleceğinizi araştırıp, sorgulamak için ipuçlarına gereksiniminiz olduğunu sanıyorum. Geleceğinizin nasıl hazırlandığını bilmek istersiniz diye yazıyorum. Yalansız yaşamanızı istiyorum.
Hepinizi kucaklıyorum, öpüyorum.”

Acelen neydi be Arap? Niye bu denli erken bırakıp gittin sevdiklerini. Çok ama çok arayacağız seni.