Üstümüze sinmiş kokuların esareti, Suskind'in meşhur kitabından uyarlanan filmin sonu gibi. Her birimizi benliğimizden koparmış, hipnotize etmiş, ağır çekim modunda yaşatıyor her birimizi. Gaziantep...

Acı baklava

İLKER EKİCİ

Yağmur, havadaki kireçle birleşip üstümüze yağıyordu. Tüm şehir kireç kokuyordu şimdi, yazlar sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı. Tam da böylesi bir kentin mezar taşlarına çalınan zılgıtında, çocukların gölgesi ıslanıyordu. 1, 2, 3... 30 çocuk.
Patlayan bir caninin, yok ettiği bir ülke vicdanına imzasıydı o bomba.

Unutuldu, unutmamız istendi çünkü.

Şimdi bu kenti üç gündür çepe çevre kuşatan yağmur, o çocukların kalbine saplanıyor.

Arada mezarlığa giderim, akrabam yok bu kentte hiç. Sadece mezar taşları. Yağmur yağınca, bir cenaze kaldırdılar, düştüm cemaatin peşisıra mezarlığa.

Definiydi, duasıydı derken, birkaç ay önce katledilen çocukların ufacık mezarlarını gördüm. Uzaktan bile net seçiliyor. Bir kadını gördüm, toprağa sarılan. Kara yazması başında.

Üstündeki ceketi çıkarttı, dikine dikine böğrümüze saplanan rahmete inat, serdi mezarın üstüne. Hiçbir yanına su değmeyecek şekilde ceketini uzattı, sağından solundan topladı toprağını. Belli ki, o gök delen yağmurda istemedi çocuğunun ıslanmasını, ceketi serdikten sonra bir daha yattı toprağa...

İmam, balçık içindeki toprağa basıp duasını yaparken gözüm o anaya dalmıştı. Oradan kendi anneme gittim.

Bir anne için evlat ne vakit ölür?

Ne vakit, kuzu vazgeçer ki kuzuluğundan?

İşte, tam şurada 200 metre ilerde, ülke tarihinin en büyük patlamasında can vermiş, otuz çocuk yatıyor.

Karayazma bağlı bir mahallenin kadınları o günden beri.

Her gün biri gelip mezar taşını sevse, bir ay ediyor.

Üstümüze sinmiş kokuların esareti, Suskind'in meşhur kitabından uyarlanan filmin sonu gibi. Her birimizi benliğimizden koparmış, hipnotize etmiş, ağır çekim modunda yaşatıyor her birimizi.

Gaziantep...

Bey mahallesinden, Rum Kaleye bir tarihi eserken, şimdi evsahipliğinden vurulmuş bir kent. Bir ben yabancıyım bu tanıklığa.
Ermeni konakları cafelere dönüşmüş, Mezopotamyanın mozaiğine ayakkabıyla girilmiş, şehrin iklimi değişmiş, havasında kireç kokusu asılı kalmış.

Zurnanın ninnisi barak, tüm dillerin en içli anlaşma biçimi olan ağıdın içine üflenmiş bir nefes gibi bu topraklarda. Bu toprağın kulağına, kim ezanı okudu bilinmez ama her güne bir can düşüyor artık.

Bir baklavadan ve yemekten çok fazlası Gaziantep.

Almacı Pazarı'ndaki en acı biber bile, son dönem tanıklığı yanında fıstıklı baklava gibi kalıyor inan olsun!