Çoğumuzun bildiği, bizlerin köşelerimizde yazdığımız ama görmezden gelinen, çözüm üretilmeyen acı gerçekler koronavirüs salgını ile apaçık ortaya döküldü; yoksulluk her yerde, gelir dağılımı bozuk, güvencesiz çalışma yaygın, tasarruf yok. Çarklar dönerken bir biçimde göz ardı edilen bu sorunlar işlerin durmasıyla birlikte bir kez daha hem de çok çarpıcı bir şekilde önümüze döküldü.

Salgını önlemek için “sosyal mesafe”nin korunması gerektiğini söyleyen yetkililer bir tarafta, devletin vereceği bin liralık yardım parasını alabilmek için saatlerce PTT şubeleri önünde yığınlar halinde bekleyen insanlar diğer tarafta. Burada tercih açlık ile virüs arasında. Kalabalık kuyruklarda bekleyenler birisini göremiyorlar ancak diğerini boş tencerenin içine baktıklarında görebiliyorlar. Ne yapmalı? Görünmezden korunmaya çalışırken görünene çare nedir?

İşsizliğin yüksek olduğunu biliyoruz. TÜİK’in Aralık 2019 verilerine göre 4,5 milyon insan işsiz. Bir de buna iş olsa çalışmaya hazır yaklaşık 2,4 milyonu eklediğimizde yedi milyona yakın insanın herhangi bir gelirinin olmadığını görürüz. Bu daha salgın başlamadan önceki durum. Ama zaten çalışanlar da fazla bir şey kazanmıyor.

Bugün Türkiye’de kayıt içi çalışan nüfusun yaklaşık yüzde 40’ı sadece asgari ücret kazanıyor. Diğerleri de pek fazla değil. Önemli bir kısmı da asgari ücretten birkaç yüz lira daha fazla ücret elde ediyor. Bu kadar. Düşük gelirle günlük ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan, aybaşı geldiğinde eğer o ayın bütçesini denk getirmişse mutlu olan insanların tasarruf etme imkânlarının dolayısıyla bir birikimlerinin olmadığını biliyoruz. Şimdi bunların bir kısmı daha işlerini kaybediyor. Özellikle hizmet sektöründe çalışanlar işyerleri kapatıldığı için bir anda gelirlerinden yoksun hale geldiler. Elde yok, cepte yok.

Bir de kayıt dışı çalışanlar var. TÜİK verilerine göre sayıları yaklaşık 9,7 milyon. Herhangi bir sosyal güvencesi olmadan çalışan yaklaşık on milyon kişi daha. Kimisi sokak tezgâhında satış yaparak hayatını kazanmaya çalışıyor(du), kimisi bir kahvehanenin çay ocağında çay demleyerek. Bunların da önemli bir kısmı işlerini kaybediyorlar. Artık gelirleri yok. Ama açıklanan “destek paketlerinden” yararlanma imkânları da yok. Bunlara “kısmi çalışma” ödemesi yapılmayacak. Çünkü sistemde yoklar. Ama sistemde olmasalar bile hayatın içinde varlar. Bakmakla yükümlü oldukları aileleri, ödemek zorunda oldukları elektrik faturaları, tüketmek zorunda oldukları gıda ihtiyaçları var.

Yapılması gereken gayet açık. Geliri olmayanlara düzenli olarak asgari ücret seviyesinde doğrudan gelir desteği sağlamak. Başka yolu yok. Oysa şimdiye kadar açıklanan “destek paketlerinde” gördüğümüz sadece iki milyar liralık bir kaynak. Bu da iki milyon aileye bir defaya mahsus olarak yapılacak bin lira ödeme demektir. Bin lira ile ne kadar süre, hangi ihtiyaçlar karşılanabilir? Bu yetmezse borçlanabilirmişsiniz. Bakan öyle dedi. 10 bin liraya kadar bankalardan borç alabilirmişsiniz, tabi kredi alma koşullarını sağlıyorsanız. Yani ileride bu krediyi ödeyebilecek bir geliriniz olacaksa ancak banka size kredi verir. Günlük yevmiye alan, sokak arabasında satış yaparak hayatını kazananlar gelecek gelirlerini nasıl belgeleyip kredi alacaklar

Dünyanın en zengin ülkeleri bile vatandaşlarına doğrudan gelir desteği sağlarken biz daha ne bekliyoruz? Kimse kaynak yok demesin. Kaynağın olmadığı zamanlarda yapılan “ödeme garantili” işleri de biliyoruz. Konu kaynak yokluğu değildir. Kaynak yaratılır. Anayasanın ikinci maddesinde vurgulanan “sosyal devlet” tam da bugünler içindir.