Memleketi gezerken, çoğumuz, onca güzellik ve zenginlik arasında, bunların kıymetini bilememenin hüznünü de yaşarız. Ne yazık ki artık, kıymetini bilemediklerimiz arasına Cumhuriyet ve getirdikleri de giriyor.

Bunu düşünürken, tabii, en başta demokrat görünmek uğruna Cumhuriyet’i tepelemeyi alışkanlık edinenler geliyor aklıma. Hayır, Türkiye Cumhuriyet’nin kuruluştan bu yana özgürlükçü, adil, demokrat filan olduğunu söylemiyorum. Tersine, özgürlüğün az, yasağın bol olduğu bir geçmişimiz olduğunu söylemek gerek. Bunları konuşmak, yüzleşmek de gerekiyor. Ancak yüzleşmemiz gereken bazı başka gerçekler de var. Örneğin demokrasi ve özgürlükler açısından yetersiz kalan Cumhuriyet’in, en azından doğrultusu, hedefleri, mücadelesi, umudu demokrasi ve özgürlükten yanaydı ve aradan geçen 90 küsur yıldan sonra hâlâ topal bir demokrasiden öteye gidememişsek, bunun günahlarını geçmişe atıp sorumluluktan kurtulamayız! Aksine bunun sorumlusunu, siyasetçisi, aydını, burjuvazisi, emeği, esnafı, kentlisi, köylüsüyle, tarihte değil, toplumda aramak gerek!

Mesela, “siyasetçiler için ne dersiniz ey ahali” diye sorsak! Çoğu, “devleti” kendilerine kalkan yapmayı, böylece iktidarda olmanın nimetlerini tepe tepe kullanmayı seçmedi mi? Örneğin 1950 Türkiyesi’nde seçimle iktidara gelmeyi başaran Demokrat Parti mi demokrasiye sahip çıktı? 1960-70’li yıllarda, “istemezük-anlaşmazuk” halleriyle demokrasiyi sabote edenler kimlerdi? 1980 sonrasında ise ekonomiyle kamu hizmetlerini piyasalaştırmak için canla başla çalışanlardan hangisi, siyaseti ve iktidarı özgürleştirmek için bir şeyler yaptı? Ve bugün, 2015 Türkiyesi’ndeyiz ama demokrasi, hukuk devleti, laiklik, insan hakları ve özgürlükleri her geçen gün tırpanlanırken, bir bakıyoruz ki, sultanlık  benzeri başkanlık  hevesleriyle tarihin gerisine gitmekteyiz

Aydınlara gelince, bu ülkede aydınların bir kısmının eleştiriyi, mücadeleyi hiç bir zaman elden bırakmadığına kuşku yok; hapisten ölüme en büyük bedeli de onlar ödediler. Ve hâlâ bir mücadele sürüyorsa, onların bıraktığı tohumlardandır. Ancak, her zaman borularını daha çok öttürmeyi başaranların iktidara ve güce yanaşanlar olduğuna da kuşku yok. Yakın zamanda yaşadığımız, “yetmez ama evet” furyasını hatırlamak bile yeter. Öyle haklılardı ki, hayır diyenlerin ne demokratlığı kalmıştı, ne aydınlığı! Bizler devletçi mankafalardık; onlar aydınlanmış! Şimdi de öyle akıllılardı ki, dönüş yapan da, aynı çizgide kalan da kendini “satmanın” bir yolunu bulmakta!

Ya burjuvazi! Aslında, en büyük günah onlara ait! En azından, Batı’daki burjuvazi gibi, kendi hayırlarına burjuva demokrasisi ile liberal değerler için mücadele etmeleri beklenirdi, yapmadılar. Devletten nemalanmak hep galip geldi, özgürlüklerden korkmaktan da vazgeçmediler. Bugün bile  pozisyonları çok değişmiş değil. İktidarın herkesi hizaya sokmaya çalıştığını görüyorlar ama kimi zaten iktidarla büyüyor, kimiyse koruma kalkanı olarak da olsa iktidardan vazgeçemiyor. Oysa, Doğan Gurubu’nun, Gezici Araştırma Şirketi’nin başına gelenler kalkanlara pek güvenilmemesini söylemekte.

Emekçiler için de söylenecek çok şey var.  Cumhuriyet boyunca ekmekleri için çok mücadele ettiler; kazandıkları haklar da oldu. Ama birçok konfederasyona bölünürken, emekten yana siyasete “dış kapının mandalı” muamelesi yaptıklarını da görmezlikten gelemeyiz. Geldikleri nokta da ortada! Birleşik Metal-İş sendikasının ilan ettiği grevin “milli güvenlik” gerekçesiyle ertelenmesi mesela! “Milli güvenlik” dedikleri de, ekonominin zarar görmesi, ihracatçı şirketlerin zor duruma düşmesi, yükselecek tazminatlar, artacak toplumsal hareketlilikmiş! Bir zamanlar bu ülkede küresel piyasayla uyumlu “acısız sol “istendiğini yazmıştım; anlaşılan bir istedikleri de “acısız grev”miş!

Diğerlerini bilemem ama emek için bunları konuşmak yetmemeli! Yalnız ekmeği için mücadeleyi düşünse bile, bu mücadelenin bir ucunun siyasette düğümlendiğini bilmek, “iş, aş, özgürlük” istiyorsa, işin, aşın, özgürlüğün siyasetini izlemek durumunda.

Her zamanki gibi söylenecek daha çok şey var ama kısa kesip, bu memlekette,  demokrasiyi, devlet babayı “kullanma kılavuzu” olarak talim edenlerin çok olduğunu söyleyerek bitireyim. Olan da demokrasi ve özgürlüklere olmakta; öyle ki, artık devlet babadan “başkan baba”ya doğru yol almaktayız. Çıkış umudu ise, acı gerçeklere rağmen hâlâ bu toplumda!