Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, AKP döneminde altın çağını yaşayan betonculuğa katkı sağlayacak yeni bir santralın açılışı için gittiği Antalya’dan dünyaya meydan okudu. “Türkiye’nin önüne set çekmek isteyenleri Finike portakalı gibi ezer geçeriz!”

Sonraki gün ajanslara şu haber düşecekti: “Aydın’da ürünlerinden kar edemeyen portakal üreticileri, ağaçları kesmeye başladı.” Bir güç gösterisinin simgesi yapılan portakalın perişan hali, insanın aklına defaten doğrulanmış şu tespiti getiriyor; dünyaya kafa tutma cesareti, gücünü tüketen değil, üreten devlet olmaktan alır.

“Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasi, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bunlardan herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde kurulan ilk fabrika Türkiye Şeker Fabrikaları olmuş, bunu Türkiye İş Bankası, Ankara Fişek Fabrikası ve Gölcük Tersanesi takip etmişti. Fabrikalardan tersanelere, üniversitelerden hastanelere pek çok kurum ve kuruluşun açılışında amaç, büyük askeri başarı elde etmiş Türkiye toplumunu ekonomik olarak da zafere ulaştırmaktı. Cumhuriyetin ilk 15 yılında kurulan o fabrikaların pek çoğu son 15 yılda satıldı. Arazilerinde şimdi tüketim mabedi AVM’ler var. Biz de köprümüzü, yolumuzu kıskananlardan saman alıyoruz; gücümüzü kanıtlamak için portakal sıkıp, portakal bıçaklıyoruz. Belli ki yakında onu da bulamayacağız.

• • •

Başbakan Binali Yıldırım, devletin hakim olması gereken alanları güvenlik ve adalet olarak belirledi. Gerekçesini ise şöyle açıkladı: “... devletin amacının para kazanmak olmaması nedeniyle imalatla uğraşmaması gerektiği...” Oysa temel amacın kar olmadığı ve Başbakan’ın saymadığı bir alan daha var; tarım. Halkın sağlıklı gıda ve su kaynaklarına ulaşabilmesini sağlamak ülke yönetimlerinin birincil görevidir. Hayatidir ve yaşam hakkıyla doğrudan ilgili olduğu için piyasalaştırılmasını istemek şöyle dursun, ciddi bir plan program çerçevesinde devlet tarafından desteklenmesi ve geliştirilmesi zorunludur. Zeytinlik alanları imara açmak ya da çiftçinin portakal ağaçlarını kesmesine seyirci kalmak yerine üreticinin teşvik edilmesi gerekir. Halk sağlığını korumak, yurttaşın kaliteli ve ucuz gıdaya ulaşımını sağlamak devletin üzerinde titizlikle durması gereken önceliğidir. Ama biz bunu önemseyen bir yönetim altında değiliz. Misal, sanayi bölgelerinde gerçekleştirdiği kanser araştırmalarıyla en önemli halk sağlığı uzmanlarımızdan biri olan barış imzacısı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu tutuklandı. Yine halkın sağlığı için çalışan, gıda güvenliği uzmanı Doç. Dr. Bülent Şık, aynı nedenle çalıştığı üniversiteden ihraç edildi. Yazık ki, gıda konusu Diriliş Ertuğrul’un Netflix’te yayınlanması kadar milli ve yerli duygular oluşturmuyor. Ancak mesele ciddi, oldukça milli ve hepimizin doğrudan canı, sağlığıyla ilgili.

• • •

Daha önce tepkiler üzerine geri çekilen şeker fabrikalarının satışı yeniden iktidarın gündeminde. Devlete yük olduğu söylenen fabrikaların aynı şekilde üretime devam edilmesi şartıyla satılacağı açıklanmış olsa da, kar etmeyen bir kuruluşu bir özel işletme neden aynı şekilde devam ettirir sorusu cevapsız. Bülent Şık, Bianet’te yayınlanan makalesinde neden şeker fabrikalarının özelleştirilmesine karşı çıkmamız gerektiğine dair tespitlerini titizlikle sıralamış. Halkı, pancara dayalı şeker üretimi konusunda kendi kendine yeten bir ülke iken, nişasta bazlı sağlıksız şeker üreten uluslararası şirketlerin ülkemizin şeker konusundaki gıda güvencesini tahrip edeceği; hali hazırda azalan pancar üretiminin biteceği; dolayısıyla kullanımı artacak olan nişasta bazlı şekerin obezite, diyabet, kanser gibi sağlık sorunlarına yol açacağı; pancar tarımıyla uğraşan binlerce çiftçinin mağdur edileceği konusunda uyarıyor. Şeker fabrikaları Türkiye Cumhuriyeti’nin kırsal kalkınma hamlesinin ilk önemli adımıydı. Ülkeyi üretken kılarak bağımsızlaştırma projesiydi. Bu özelleştirme ise gıda güvenliği gibi hayati bir konuyu uluslararası tekellerin kontrolüne bırakan; dolayısıyla dünyaya meydan okumanın yanından bile geçmeyen; aksine yerli, milli ne varsa hepsinden gönüllü vazgeçme hamlesidir. Açık bir teslimiyettir.