Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ağrı’da yapımı 10 yıldır süren bir hastane inşaatıyla ilgili de bu işin bu kadar süre uzamasından yakınarak, “Ağrı’ya gittiğimde bunun hesabını soracağım, fena fırçalayacağım” dedi. Bir milletvekili de köylerde atıl durumda kalan okulların sosyal amaçlı kullanımı için Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gerekli izinleri alamadıklarından yakındı. Bir başka vekil, “Ne izni, vur geç, izin sonradan gelir” deyince Erdoğan da, “Bak doğru söylüyor” yanıtını verdi.” (hurriyet.com.tr, 01.12.2017)

Bir gün ülkenin demokrasi ve hukuk temellerinin AKP tarafından nasıl tamamen çökertildiğine dair araştırma yapanlar sadece bu paragrafa bakarak 2017 Türkiyesi’nin ne kadar vahim durumda olduğunu anlayacaklar. Ama öyle umuyorum ki bu okuduklarına inanmayacakları, “Yok canım, böyle bir şey olmamıştır, böyle sözler söylenmemiştir!” diye tepki gösterecekleri bir ülkede yaşıyor olacaklar.

FETÖ-AKP işbirliğinin zirve noktası olan 12 Eylül 2010 referandumundan bu yana her şey öyle hızlı ve şiddetli gelişti, öyle mantıksız olaylar yaşandı ki, insan kendini hikâyesini çok iyi bildiğini sandığı bir filmin kandırmacalarla dolu fragmanının içindeymiş gibi hissediyor; kısa süresi ve hızlı montajından dolayı hiçbir karakterin karakter olamadığı, filmin kilit noktalarına dair sahnelerin seyirciyi kolayca kandıracak ve asıl hikâyeyi görünmezleştirecek biçimde kurgulandığı, hikâyeyi bildiğinizden artık o kadar da emin olamamanıza yol açan bir fragman…

Şimdi, Anayasa Mahkemesi’ni bile tanımadığını söyleyebilen bir ‘başgan’ ve avanesinin kurguladığı bu fragman figüranlığı karşısında hukuk ve demokrasi yandaşlarının tepkisi ne olacak?

“Şehrin kıyısında inşa edilmiş yeni AVM’nin açılışındasınız. 10 dakikadır araç sıralarının arasında dolaşıyor, arabanızı park edecek bir yer arıyorsunuz. Tam o sırada bir arabanın çıktığını görüyorsunuz, dörtlüleri yakıp aracın çıkışını beklemeye başlıyorsunuz. Birden karşı yönde bir cip beliriyor, hızla gelip boşalan yere dalıyor. Kornaya basıyorsunuz, insan denen canlı türünün geliştirdiği en basit görgü kurallarından birini çiğneyen sürücüyü uyarıyorsunuz. Hiç utanma duygusu yaşamadan park yerinizi çalan adam sırıtıyor, bir de parmağıyla işaret çekiyor size! Çok mu öfkelendiniz? Şimdi ne yapacaksınız?”

Zen düşüncesini kullanarak başta öfke olmak üzere anlık duygularımıza yenilmekten nasıl kurtulabileceğimizi anlatan ‘new age’ kitaplarından The Cow in the Parking Lot (Otoparktaki İnek) bu örnekle başlıyor. ‘New age’ bilgeleri için böyle bir durumda yapılacak şey basit: Kamusal alanda yazılı-yazısız hiçbir kuralı önemsemeden hakkınızı çiğneyen bu sürücüyü başka şekilde hayal ederseniz bu haksızlığın yarattığı etkilerden kurtulabilirsiniz: “Şimdi sahneyi birazcık değiştirelim. Boşalmasını beklediğiniz yere küstah sürücünün cipi değil de bir inek giriyor, gidip park edeceğiniz noktaya çöküyor. Kornaya basıyorsunuz, inek dönüp bakıyor, ‘Mööö!’ diyor ama yerinden kımıldamıyor. Çok mu öfkelendiniz?”

Kitabın yazarları hak haydutlarının yerinde ineklerin olduğunu düşünerek kendimizi sakinleştirebileceğimizi, “Boş ver, bu da geçer yâ hû!” diyebileceğimizi iddia ediyorlar. Yargıyı yeniden biçimlendirmek için FETÖ’yle yapılan dehşetli işbirliği, Gezi Parkı, bir türlü sıfırlanamayan milyonlar, sandık hileleri, Büyük Ortadoğu Projesi eş’başganlığı’, IŞİD, El Nusra, dinsel kurumlardaki çocuk tacizi patlaması, FETÖ benzeri tarikat oluşumlarının alabildiğine güçlendirilmesi, Zarrab davası, gemicikler, gemiciklerin içinden sırıtarak işaret çeken adamlar… Ve inekler, inekler…

İnekleri düşünmeyi becerebildiniz mi? Muhtemelen hayır. Ve bu iyi bir şey; gelecek kuşakların bugün olan bitene “Yok canım, böyle bir şey olmamıştır, böyle sözler söylenmemiştir!” diye tepki gösterecekleri bir ülkede yaşayabilmelerini ancak bu öfkeye sahip çıkarak başarabileceğiz.