“400’ü verin, bu iş huzur içinde çözülsün”: Adam açık açık söylemiş, “bana başkanlık vermezseniz, size huzur yok; cezanız, kan ve gözyaşı”.

Diyadin tertibinden 5 Haziran katliam girişimine kadar, seçim öncesi HDP’ye 170’i aşkın saldırı; hiçbiri önlenmemiş; son üç bombalısı hariç, değil tutuklama tek bir gözaltı bile yok. Bombacıları ise hemen buldular; hepsi zaten takip altındaymış; tıpkı, ABD Büyükelçiliği intiharcısından savcı Kiraz’ın odasını basanlara kadar olduğu gibi. Oda basanlar diyorum; zira, Savcı’yı onların mı yoksa polisin mi öldürdüğü meşkuk. Ama olsun, bu kirli işin haberini yapıp fotoğrafını bastı diye gazetecilere 7,5 yıl hapis istemiyle dava: Basın üzerinde tam bir yargı terörü.

Seçimden sonra ise Suruç katliamı; onun failini de hemen tespit etti Erdoğan’ın polisi: Kimin ne yapacağını önceden bilmeksizin hiçbir polis bu kadar hızlı neticeye varamaz; ama, önceden bilip de engel olmayana da polis-güvenlik gücü denemez.

Unutmayalım, Erdoğan’ın Beria’sının kafası nasıl işliyordu: Göndeririz Suriye’ye iki adam; attırtırız onlara bu tarafa dört füze; al sana en mükemmelinden savaş bahanesi.

Bunlar, göz göre göre Reyhanlı’yı patlattıran, Serap’ı yaktırtan elemanlar; Obama karşısında patronlarının eli güçlensin veya Batı kentlerinde Kürtlere karşı nefret oluşsun diye. Bu arada, bilmeyenler için Beria’nın da kim olduğunu söyleyelim: Stalin’in kendi memleketlisi olduğu için özellikle seçip yükselttiği gizli polis şefi; kendi icadı işkence yöntemleriyle ünlü ve milyonlarca insanın sürgün ve idamından sorumlu, ama sonunda Stalin’i zehirlediği ya da zehirlendiğini gizlediği şüphesi üzerine bizzat parti büyükleri tarafından yargılanmaksızın kurşuna dizilen süper cani.

Ceylanpınar’da iki polisin, gece uykuda katli: Kim yaptı, kim yaptırdı; onu bilemiyoruz, belki hiçbir zaman da öğrenemeyeceğiz; ama, böylesi bir cinayet Erdoğan için (‘lâzımdı’nın ötesinde) elzemdi; kendisinden başkanlık esirgendiğinde hepimize vaat ettiği kaos plânını yürürlüğe koymak üzere. Bu arada, Yüksekova’da ve de Diyarbakır’da güpegündüz semt pazarında hamile karısının yanı başında onlarca kişinin gözü önünde öldürülen askerleri, astsubayları, onların katillerinin bir türlü bulunamadığını ve bu cinayetlerin Erdoğan kuvvetlerini Kandil’i bombalamaya sevk edecek kadar infiale -her nedense- sürüklemediğini de unutmayalım.

Şu an itibarıyla, düşük de olsa yasal bir hükümet görünümü altında, bir tek adam diktatörlüğünü yaşıyoruz. Hak, hukuk bir yana, ne yasa, ne de yargı kararı tanıyor; tabiî ‘kazanılmış hak’ kavramı da bunların lugatlarında hiç mi hiç yok: Mezuniyetlerine bir iki ay kalmış öğrencileri, okullarını kapatıp, sokağa atıveriyorlar; sırtlarında çelik yelek ellerinde uzun menzilli tüfek yüz elli kişilik polis kuvvetleri dershane basıyor; her şafak vakti ‘terör operrasyonu’ adı altında en mükemmel ve müptezelinden devlet terörü uygulamaları; burada köy boşaltma, Kandil’de köylü katliamı vb… İş bunlarla da bitmiyor; Soma ve benzeri katliamların baş-altı sorumlusu, çıkmış insanları elektriksiz, susuz, doğalgazsız bırakmakla tehdit ediyor –tabiî, sorumluluğu PKK’nın üzerine atmak üzere; giderayak madenlerdeki güvenlik önlemlerinin alınmasını beş yıl sonraya öteliyorlar, yandaş şirketlerin inşaatlarında hemen her gün toplu işçi cinayetleri işlenmeye devam ederken; kentsel dönüşüm alçaklığı ise insanları evlerinden, hem de zırhlı araçlar ve özel timler desteğinde sularını, elektriklerini keserek kovalamak üzere sürdürülüyor.

Her şey, sivil siyasetin önünü, yerine göre seçim barajlarıyla, yerine göre eli palalı/sopalı/bıçaklı esnaf-milislerle ve her daim polis şiddeti ve yargı terörüyle kesip, insanları, değil yönetime katılmak, en temel haklarını bile kullanamaz hale getirmek üzere ayarlanmış vaziyette.

Kısa vadedeki tek umudum -aslında, olmaz ama- anket şirketlerinin, Kandil’e saldırılar MHP’den yeterince oy devşirdi, PKK(?) eylemleri de HDP’yi barajın altına itti diye sahe raporlar düzenleyip Erdoğan’ı ülkeyi daha fazla kan gölüne çevirmesine gerek kalmadığını düşünmeye sevk etmeleri.