'Açık sözlü' Kallikles ile bilge Sokrates

Gözlerimizin çok mükemmel organlar olmadığını, çok küçük olanları da çok büyük ve uzak olanları da göremediğini biliyoruz. Atomları, atom altı parçacıkları ya da dalgaları göremiyor, onlardan oluşan maddeyi de milyonlarca ya da milyarlarca ışık yılı uzaklardaki yıldızları da oldukları yerde duran sabit varlıklar olarak algılıyoruz. Ama öyle olmadığını da biliyoruz neyse ki. Neyse ki daha MÖ 500’lerde Herakleitos “her şey akar, her şey değişir” dedi de maddeden enerjiye hareketin keşfi ile derinlere inebildik, göklere çıkabildik.


Ama gözlerimizi o kadar da hakir görmeyelim; hareketi izleyen, bize haber veren onlardır. Ludwig Feuerbach “Sadece insan katıksız olarak, zihinsel, çıkar sağlamaktan uzak zevk ve tutkulara sahiptir; sadece insanın gözü teorik şenlikler yapar. Yıldızlı göklere bakan, o ışıklara kilitlenen göz, yerle ve onun zorunluluklarıyla ortak hiç bir noktası olmadığı için, eş derecede yararsız ve zararsızdır. Bu göz o ışıkta kendi doğasını, kendi kökenini görür. Göz doğası gereği gökseldir. O yüzden insan kendisini yalnızca gözle yerden yukarı yükseltir; o yüzden teori gökleri düşünmekle başlar. İlk filozoflar astronomlardı” diye yazdı. (Aklın İsyanı; Alan Woods-Ted Grant, sf.57, Yordam kitap)

Her Şey Akıyor

Her şey akıyor, her şey değişiyorsa eğer, göklerde ve yerde ulaşabildiğimiz atom altı parçacıklar dünyasında, hayal edebildiğimiz sonsuz evrende hareketse asıl olan, toplumsal alanda da öyledir. Hiç kuşkusuz bilgimiz, bilincimiz günden güne gelişir, bilim dünyası ivmesi gittikçe artan bir hızla diyalektiğin verimli tarlasında kendini daha çok bulur, biz de geleceği daha iyi öngörebilir, toplumsal gelişmenin, devrimlerin karmaşık dünyasına daha çok nüfuz edebiliriz.

Bu kadar lafı, devlet - demokrasi ilişkisini nasıl anladığımı anlatabilmek, tartışabilmek için, biraz da kuşkuyla yazdım. Kuşku esastır. Yine de söylemek, anlamayı denemek zamanımızın işidir, pratik anlamı büyüktür.

Devlet, ortaya çıktığından bu yana (ki kadim kitaplar sınıfların ortaya çıkışıyla başladığını, sınıfların yok oluşuyla, nasıl olacağını bilmesek de “sönümleneceğini” söyler; bize ışıklı bir yol açarlar) kendi içinde demokrasi mücadelesini de barındırmakta, böylelikle var olabilmektedir. Bu çelişkinin tarih boyunca sürdüğü, sürmekte olduğu, inişli çıkışlı, karmaşık bir rota izlediği gerçektir. Örneğin Grekoromen dünyasının devleti, medeni hukuku “ius civile” ile kutsal mülkiyet hakkını korumayı esas alan, köleleri ve mülksüzleri dışlayan tipik bir sınıf devleti, “Klassenstaat” idi. (Bkz. G.E.M de Ste. Croix; Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi. sf.414 ve devamı, Yordam Kitap) O zamanlardan bugüne devlet, her ne kadar herkesin devleti olduğunu öne sürse de, egemen sınıfların çıkarlarını koruyan kollayan yapısıyla varlığını sürdürüyor; zaman zaman hem yönetimde ortaklık kuran Pleplerle Patriciler arasında çatışmalara, hem de köle isyanlara sahne olan, o ölümcül çelişkiyi de içinde barındırıyor, zamanımıza taşıyor.

Aristotales mülk sahibi sınıflarla mülksüzlerin politika sahnesinde oligarşi ve demokrasi yanlıları olarak yer aldıklarını anlatır. Mülkiyeti esas almakla birlikte ortak kullanıma da kapı açan, Marx’ın daha sonra geliştireceği “kullanım ve değişim değerleri” kavramlarını kullanan, faizciliğe, tefeciliğe kaşı çıkan cumhuriyeti korumak için gereken düzenlemeleri savunduğu eseri Politika’daki sınıflar tablosu çelişkili sürecin tarihsel tanığı gibidir. Hiç kuşku yok Aristotales de diğerleri gibi köleliği tahlilin dışında bırakıyordu ama tarih köle isyanlarına geniş yer verir.

Öyleyse devlet kendi içinde demokrasiyi de teorik olarak barındırır. Daha ilk ortaya çıktığı sınıflı toplumlardan bu yana demokratikleşme mücadelesi verenler, devletin bu çelişkisini gün yüzüne çıkarmayı, onu geriletmeyi, o ölçüde de genel oy hakkı, parlamentolar, temsili demokrasi vb. gibi önemli ama yetersiz kazanımlar elde etmeyi başardılar. Demokratik Devlet mücadelesi bugün de sürüyor ve giderek hızlanıyor. Sınıflı toplumların son sistemi kapitalizm de, tüm biçimleriyle otoriter yönetimler de, gerilediklerinin, giderek duvara yaslandıklarının farkındadırlar.

Gerçek demokratikleşme

Son yıllarda yaşadığı ve çözümsüzlüğü giderek artan bunalımları onu hırçınlaştırsa da devletin demokratikleşmesi mücadelesi nihai hedefine doğru ilerliyor. Kuşkusuz henüz bu sürecin nasıl gelişeceğini somutlaştıramıyoruz. Ama devlet - demokrasi ilişkisinde, yani çelişkisinde diyalektik sentezin karmaşasında, tekrarın kendini kopyalamayan üst aşamasında demokratikleşmenin belirleyici olabileceğini, bu potansiyeli görüyoruz. Yine kuşkusuz, sürecin sosyalizmle ilişkisinin de giderek daha somutlaşacağını söyleyebiliriz. Çünkü devlet - demokrasi ilişkisi, devletin bu içsel çelişkisi, yalnızca sosyalizmde kesin olarak demokrasi lehine çözülebilecektir. Bu yalnızca bir çıkarsama değil, bunca olumlu olumsuz deneyimin, derslerin de gösterdiği gerçektir. Biz yalnızca bu gerçeğin kendini nasıl göstereceğini, nasıl şekillenebileceğini bilemiyoruz. Onu, yalnızca geleceğe doğru akan hareketin yasalarını dikkate almayı unutmayan mücadelemizi etkileyebileceğini, yönlendirebileceğini söylemenin yeri de tam burasıdır. Bildiğimiz, ütopyamızın olabilirliği ve haklılığıdır. Sömürünün ortadan kalkması, yani sömürüyü olanaklı kılan üretim araçlarında özel mülkiyetin sona ermesi sürecin önemli bir uğrağı olacaktır.

Devrimler kendilerini tekrar etmezler. Demokratikleşmede teorik pratik önemli kazanımların sağlandığı Fransız devrimi, Paris Komünü, Ekim devrimi ve diğerleri de tekrar etmeyecekler. Yeni günümüzün olanakları ve zorluklarıyla devlet demokrasi çelişkisi çözüme doğru adım atacaktır. Bu sürecin ilerlediğini görüyoruz. Sonuçlarını da göreceğiz.

Göğe Bakma Durağı

Tarihin derinliklerinde demokratikleşmeye engel olan, onu gerileten zaman zaman durduran mülkiyet ilişkileridir. Onu Yunan’da, Roma’da köleleri dışlayan demokrasi anlayışında, haksızlığı bugün tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmış olsa bile egemenliğini sürdüren kentsoylu demokrasisinde görebiliyoruz. Bunca yüzyıldan sonra sanki hiç bir şey değişmemiş gibidir. Sokrates’in Kallikles’le diyaloğu bu konuda öğretici olabilir: “İnsan, diyordu Kallikles, ölçülülük ve doğruluk yüzünden düşmanlarına dostlarından daha çok kazandıracaksa acınacak duruma düşmüş olmaz mı? Doğruluğa vurgun olduğunu söylüyorsun ya, doğruluk gerçekte şudur: Taşkınlık, ölçüsüzlük, hesapsız harcama insanı erdeme ve mutluluğa götürür, geri kalan sadece gösteriş, tabiata aykırılık, budalaca sözler ve saçmalıktır.”

“Düşüncelerini korkusuzca ve açıkça ortaya koydun Kallikles” diye sürdürmüş diyaloğu Sokrates.

Günümüzün yolu tıkayan Kallikleslerini, demokratikleşme sürecinin önünden kaldırıp atacak halk sınıflarında değişim istemi yükseliyor. Doğu’dan Batı’ya, Güney’den Kuzey’e yığınsal göç hareketleri, iklim değişikliklerinin her şeyi bir kez daha düşünmeye yönlendiren gerçekliği, korunaklı gibi görünen zengin ülkeler dahil hemen tüm ülkelerde sınıf çelişkilerinin su yüzüne çıkması bunun işaretleridir. Ne olacak bundan sonra? Gittikçe yetkinleşen görme biçimleriyle, derinleşen bilgiyle zenginleştirdiğimiz gözlerimizle bakmayı sürdüreceğiz.

Feuerbach’ın dediği gibi , “Göz doğası gereği gökseldir. O yüzden insan kendisini yalnızca gözle yerden yukarı yükseltir; o yüzden teori gökleri düşünmekle başlar.”

Öyleyse gökleri düşünmeye, düşünülenleri tekrarlamaya, tekrarın artık bir başka şey olan tekrarında, sürece ilişkin olmayanı asıl olandan ayırıp kenara koymaya devam edelim...