Berbere gitmeyi sevmiyorum. Çok sıkılıyorum orada. Beşiktaş’ta senelerdir gittiğim kuaför bir gün orta yaş krizine girip dükkanı devrettiğinden beri işler iyice...

Berbere gitmeyi sevmiyorum. Çok sıkılıyorum orada. Beşiktaş’ta senelerdir gittiğim kuaför bir gün orta yaş krizine girip dükkanı devrettiğinden beri işler iyice sarpa sardı. Duyduğuma göre Oto Sanayi’de yedek parçacı açmış. Tek sıkılan ben değilmişim anlaşılan.

 

Eski kuaför sessiz sakin, düzgün bir adamdı. Altı ayda bir uğruyor olmamı anlayışla karşılardı. Yenisi ise benden hiç hoşlanmadı. Fön yok, boya yok, muhabbet yok. “Biraz kısaltabilir miyiz?” deyince suratıma hayretle baktı. Sanki, “70C bu duraktan mı geçiyor?” demişim. O kadar alakasız buldu beni. Sonra da makası bezgin bezgin kulağımda şaklatıp durdu.

 

İşte tam böyle bir anda, içeriye kuaför adabını hayranlıkla izlediğim bir kadın girdi. Tecrübesi, özgüveni, mekan kullanımı tek kelimeyle harika. Bir yıldız havasıyla yürüdü, ceketini birilerine uzattı. Manikürcü kızla öpüşür gibi yaptılar. Ardından kahvesini söyledi: “İçine şekerli kaşık bile girmesin. Açık ve net!” Kuaförle uzun uzun selamlaştılar. En nihayet yanımdaki koltuğa oturup saçlarını açtı ve alev rengi bukleleriyle sinirli sinirli oynamaya başladı.

 

Sonra birdenbire, “Bu sefer bitti,” dedi, “Açık ve net!” Hiçbir girizgah yapmaya gerek duymamıştı. Belli ki konuşmaya en son bıraktıkları yerden devam ediyorlardı. Bu kadın her gün geliyor olabilir miydi? Bakımlı tırnaklarına, incecik kaşlarına ve uzun kızıl saçlarına göz ucuyla baktım. Olabilirdi. Bir gözüm onda, diğeri de lafa dalıp beni kel bırakacağından korktuğum berberin makasında, anlatılanlara kulak verdim.

 

Hikaye klasikti. Adam aldırışsızdı, kadınla oynuyordu. Söz veriyor aramıyordu. Bizimki ise ona yemekler yapıyor bekliyordu. Ama işte olmuyordu falan filan. Fakat bu sefer artık hiç şüphe payı kalmamıştı. Her şey bitmişti. Bir daha onu aramayacaktı. Açıktı ve netti. Birileri saçlarını yıkamak üzere onu içeri götürene kadar bunu birkaç kez daha tekrar etti.

 

Bunun üzerine bu lafı ne kadar sık duyduğumu düşündüm. En son alarm satmak isteyen biri telefonda beni ikna etmeyi başaramayınca, bu alarmı alırsam evime asla hırsız girmeyeceğinin garantisini vermişti: “Açık ve net.”

 

Çok kuvvetli bir ifade bu. Bana hep Descartes’ı hatırlatıyor.

 

Aydınlanma Çağı’nın büyük düşünürü Descartes, doğuştan gelen ve doğruluğu şüphe götürmeyecek açık ve belirgin fikirlerin gerçek bilginin kaynağı olduğuna inanır. Yöntem Üzerine Konuşma’da, “Düşünüyorum, o halde varım” ifadesinin böyle “açık ve net” bir doğruya işaret ettiğini söyler: “…şüphecilerin en acayip varsayımlarının bile gücü yetmeyecek derecede sağlam ve emin olduğunu görerek bu doğruyu, aradığım felsefenin ilk ilkesi olarak kabul etmeye tereddütsüz karar verdim.”

 

Ancak bu coğrafyada tezahür ettiği durumlara bakılırsa, “açık ve net” ifadesi gündelik hayatımıza Aydınlanma cenahından değil, tam karşı köşeden girmiştir. Descartes’ın bir yöntem olarak benimsediği şüpheciliğin aksine, AKP iktidarının hiç bir şüpheye meydan vermeyen kararlılığının ifadesi haline gelen bu laf, Erdoğan’ın söyleminin mihenk taşlarından biridir. Fakat Başbakan’la beraber gündemimize girmişse de, bu ifade onunla sınırlı kalmamış, diğer partililerin diline de yerleşerek hızla yayılmış ve kısa sürede bir “siyasi mantra” haline gelmiştir.

 

Zamanla hakim söylem olarak muhalefeti de ele geçiren bu söz, bugün siyasetçilerin söylemine o derece sinmiştir ki, artık seçmenine seslenirken “açık ve net” konuştuğunun altını çizmeyen politikacı yok gibidir. Onun için gazeteleri açtığınızda, her gün en az birkaç kez sizi kendi fikirlerinin gerçekliğine sorgusuz sualsiz boyun eğmeye çağıran şahıslarla karşılaşırsınız.

 

Daha da fenası, bu tutum bir salgın hastalık gibi neredeyse bütün ülkeyi ele geçirmiştir. Artık ülkenin aydınlarından basın mensuplarına, patrondan zam istemeye hazırlanan memurundan tutun da para üstünü denkleştiremeyen taksi şoförüne kadar herkes aynı ifadeyi kullanmaktadır.

 

An itibarıyla, memlekette herkes gayet “açık ve net”tir. Kimse savunduklarının aksinin doğru olabileceğini düşünmemektedir.

 

Tarihinin en bulanık ve karmaşık dönemlerinden birini yaşayan ülkemizde, vatandaşlar sabah akşam sokakta, evde, sosyal medyada böyle bir “tartışmasız kesinlik” diliyle konuşmaktadır. Belli ki hiç kimsenin kafası karışık değildir. Kimsenin sorusu, tereddüdü, şüphesi yoktur.

 

Oysa sorusu olmayanın cevapları da olamaz. Olsa olsa ön kabulleri, şaşmaz doğruları, ilerlemeye açık olmayan tekrenkli bir dünyası olur.

 

Bana sorarsanız, memleketin resmi budur. Açık ve net!