Yakında Datça’ya doğru uzun bir yolculuğa yelken açacağım, geçmişte de bir Kuşadası yolculuğunda büyük keyif aldığım arkadaşım,...

Yakında Datça’ya doğru uzun bir yolculuğa yelken açacağım, geçmişte de bir Kuşadası yolculuğunda büyük keyif aldığım arkadaşım,
Arkadaşlara yazdığım mektuplardan bir veya birkaçı senin eline geçmiş olacak ki, onlara yazdığım hitap şekliyle bana mektup yazmışsın. Ne de güzel olmuş. Hayatıma birçok şey sığdırdığımdan bahsetmiş, kendi yazdığın mektupları da amatörce bulduğunu belirtmişsin. Yahu be adam, mektubun profesyonelliği mi olurmuş!..
Çocukken okulda yazdıklarımızı saymazsak eğer, 1995 yılından beri mektuplar yoğun bir biçimde hayatımın içinde. Sadece mektup mu? Kartpostal da öyle… Hatta bir dönem kendi çektiğim fotograflardan kendim yapmıştım kartpostallarımı da. En güzeli de o oluyor. Kendi çektiğin fotografları bir kartona bastırıp el emeği üretim yapmanın verdiği mutluluk gibisi yok. O dönemler Kıyıköy, Amasra, Safranbolu, Kerpe, Kefken ve kendimce birçok kaçamak noktamda çektiğim fotograflar hâlâ durur kartpostal şeklinde bir yerlerde. Ve tabii ki dostlarımın evlerinde…
“Neler yapmaktasın?” diye de bitirmişsin uzaklardan yolladığın mektubunu. Ne yapayım, durmuyorum ki yerimde. Hafta sonu bu kent çekilmez oluyor bilirsin. Yani şehrin göbeğini kastediyorum. Hafta içi de mecburen ekmek parası! Şehrin dışına kaçıyorum ben de alabildiğince. Ha bir de sabah uyanmama vesile olan martıları da yanımda götürebilsem ne denli mutlu olurum anlatamam. Yaptıklarımın hepsini anlatmaya yetmez satırlar, mektuplar. Ama geçtiğimiz Cuma Açıkhava’da bir dizi konser etkinliğine gittim ki bahsetmeden edemeyeceğim. ‘Dağların ezgileri buluşuyor’ sloganı ile duyurusu yapılan etkinlik kapsamında ben de biletimi aldım. Aslında bu konsere gitmemize vesile olan şey, sevdiğim kadına bir doğumgünü hediyesi olarak sunmamdı bu geceyi. Kürt grup ‘Agire Jiyan’ sahneye çıktığında saat 19’a geliyordu. Birkaç türkü söyledikten sonra, ‘Sesler ve Düşler’ adlı grup çıkageldi. İstanbul Üniversitesi’nde kurulan grup benim gibi herkesi çok etkiledi. ‘Çav Bella’nın İtalyanca versiyonunu, Filistin direnişini anlatan bir parçayı, iki tane Nâzım şiirinin bestelenmiş halini dinlettiler bize. Son şarkıları ise orantısız güç kullananlarla, köpekler arasındaki benzerliği anlatan Zazaca bir şarkıydı.
Ya bir eylemde, ya Ordu Yayları’nda, ya BarışaRocklar’da ya da konserlerde 40 yıldır dinlediğimiz Moğollar yine sahnedeydi. ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ ile geceyi uzatan yolu açan Cahit Berkay seyircileri “özgürlük sevdalıları” olarak selamladı. Ulu orta her yerde çalmasına rağmen bir türlü sıkılmadığımız ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ çalmaya başladığında sevgilimin başı omzumda, gözüm Taner Öngür’de, aklımsa İlyas ile Asya’nın aşkındaydı. Gruba yeni katılan enerji dolu Emrah Karaca da soyadından anlaşılacağı üzere Cem Karaca’nın oğluymuş. Sesi gür, yüzü güleç, uyumu ise zamanla oturacak herhalde. Babasından bize yâdigar ‘Tamirci Çırağı’nı okuduğunda tüm Açıkhava ayaktaydı. Sonu bilinen hikâyede ise tamirci çırağı yine tulumunu giydi, başı önde bir halde.
Şili dağlarından akıp gelen bir şelale gibi, sıcak günün serinleten müziğini ‘Inti Illimani’ bizlere getirdi. Devrim şarkılarını, özgürlük şarkılarını  ve de aşk ezgilerini keyifle dinledik onlardan. “Venceremos” diye haykırdık hep bir ağızla. Saat gece yarısını aştığında, keyfi bol bir geceyi geride bırakıyorduk. Ama aklımdaki bir soruya yanıt bulamamıştım. Daha doğrusu ‘Tamirci Çırağı’nı ne zaman dinlesem aklıma takılıyordu bu soru. Çırağın okuduğu romanda, tamirci çırağı asıl kadınla karşılaştığında tulum üzerinde miydi acaba? Ve bizim çırak acaba işçi tulumunu çıkarmasa o kadın küstahça “kim bu serseri” diye sorabilecek miydi ona?