Google Play Store
App Store

Ezenlerin ezilenler üzerinde kurduğu baskı ve kandırmacanın değişmediğini konu alan "Ayak Bacak Fabrikası"nın yönetmeni Murat Karasu, oyunun acıklı bir güldürünün başrolüne halkı yerleştirdiğini söylüyor.

Acıklı güldürünün başrolü halkımız
Fotoğraflar: BirGün

Işıl ÇALIŞKAN

“Ülkenin yasama, yargı ve yürütme organlarına tamamen hâkim derebeyleri, seçimlerden sonra da siyasi partileri tutmuşlardır, vatandaşların yararına olan her davranışa set çeken polisler, yargıçlar ve bugünkü politikacılar bunu da kendi işlerine geldiği gibi halletmişlerdir…”

Bu sözler Sermet Çağan’ın bundan tam 63 yıl önce kaleme aldığı "Ayak Bacak Fabrikası" tiyatro metninden… Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda Murat Karasu’nun sahnelediği ezilen ve ezilenler ilişkisi üzerine yazılan oyunda sistemin süregeldiğine tanıklık ediyoruz. Güldürürken düşündüren bu kara komedi örneğini yönetmen Karasu ile konuştuk.

Murat Karasu
Murat Karasu

1960’larda yazılan ve sahnelenen Ayak Bacak Fabrikası’nın günümüzde sahnelenmesini neden önemli buldunuz?

Sermet Çağan "Ayak Bacak Fabrikası"nı 1963'te yazmış. O sıralarda ülkede gerçekleşen bir olayın gazete haberi olması üzerine oradan edindiği bilgiden esinlenerek oyunu kaleme almış. Oyunun içine de, o günün anlayışı içinde, birçok politik eleştiri yerleştirmiş. Ana akışa uygun olarak da ortaya "Ayak Bacak Fabrikası" gibi Türk Tiyatrosu’nun az sayıdaki klasik metinlerinden biri çıkmış, işte bu klasik olma hali öncelikle "Ayak Bacak Fabrikası"nı 60 yıl sonra tekrar sahneye koymama neden oldu. Çünkü olana bitene baktığımızda ülkemizde 60 yıl önce eleştirilenlerden çok da farklı bir manzarayla karşılaşmıyoruz. Ne yazık ki memleket neredeyse hiç yol kat etmemiş gibi görünüyor. O günün eleştirilerini olduğu gibi bugüne uyarladığınızda aynı tepkiyi ve aynı sonucu alıyorsunuz. Çok acıklı, çok hazin... Ülkenin yerinde sayıyor oluşuyla ilgili bir manzara. Bir oyuncu olarak, bırakın oyuncuyu bir yurttaş olarak da bu beni can evimden vuran, çok canımı yakan bir meseleydi. O yüzden "Ayak Bacak Fabrikası"nı yıllarca aklımda, fikrimde, cebimde taşıdım. Sonra Eskişehir Şehir Tiyatroları’ndan böyle bir talep gelince onu değerlendirmeye karar verdik hep birlikte. Doğrusunu isterseniz çok da yerinde bir seçim oldu ve Eskişehir Şehir Tiyatroları’nın repertuvarına da gerçekten yakıştı.

Oyunda inanç, korku, adaletin sorgulanması gibi temalar var. 63 yıl sonra güncelliğini korumasının sebebi sorunların hâlâ çözülememiş olması mı?

Birtakım çetelerin, çıkar ve sermaye gruplarının sürekli kendine göre kendi kontrol yöntemleriyle ülkeleri yönetme becerileri. Siyasetten adalete, adaletten dine kadar birçok kurumu kendi amaçları için kullanma gayretleri ve bu gayretlerinde sonuç alıyor olmaları, sürekli şekle göre, durumagöre kabuk değiştirmeleri ve o kabuk değiştirmenin içinde görünmeden göz koydukları ülkeyi el altından, koşullar ne olursa olsun yönetmeleri. İster demokratik koşullarda ister darbe koşullarında kendi ürettikleri darbelerle ya da kendi ürettikleri görünürde demokratik süreçlerle ülkeyi yöneten ama hep kendi çıkarlarını gözeten, hep kendi çıkarları üzerine birtakım yöntemler, yollar geliştiren, oluşturan o sermayenin ve o gücün yansımasını görüyoruz oyunda. O yüzden oyunun içinde kullanılan metaforlar, grotesk anlatımlar tümüyle bu görüntünün daha anlaşılır, daha açık seçik, daha net ortada olmasına hizmet ediyor.

Oyundaki insanların bir tür kuklaya dönüştüğünü görüyoruz. Bu neyi temsil ediyor?

Oyuncakçının kullandığı kurma kollu bebeğin dışında oyunun hikâyesi içinde sermayenin yani gücü elinde tutanların siyasetçileri, din adamlarını ve bizzat iktidarın kendisini kullanıyor, kumanda ediyor olmasına yönelik bir gösterme biçimi.

Sıradan insanların hikâyeleri sahnedeki. Politik bir oyun olmasına rağmen doğrudan bir söylem yok oyunda. Hikâye gücünü buradan mı alıyor?

Elbette, oyunun anlatım biçimi özellikli bir cümleye ihtiyaç duymadan kendiliğinden eleştirisini ortaya koyuyor zaten. Oyunun en çarpıcı yanı sermayenin sömürüsüne maruz kalan sıradan insanların, "halk"ın derin bir cehaletle olan bitene seyirci kalması ve cellatlarının yanında saf tutmasıdır. Kanımca, acıklı bir güldürünün başrolüne halkı yerleştirir oyun. Bireysel nedenlerle iktidarı deviren "vatandaş" çok kısa bir sürede "sistemin adamı" olur ve bir anti kahramana dönüşür. Eleştirinin merkezi tam da burasıdır. Oyunu sahnelerken sadakatimde bu yakıcı eleştirel yönelim olmuştur. Çok yetenekli ve işini iyi yapan bir kadroyla çalıştım. Bu da rejisör olarak işimi hayli kolaylaştırdı. Eskişehir ahalisi böyle bir tiyatroya sahip olduğu için çok şanslı. Emeği geçen bütün arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum. Bir sana, bir bana, bir ona... ‘Kara tohum vatandaşa!’ demeyeceğimiz günlere...