İdris diye iri yarı bir arkadaşım var. Trafikte bir sorun oldu, karşı arabadan biri “Ulan ben senin gibi adamın…” diyerek dışarı çıktı. İdris de dışarı çıkınca devam etti… “… gözünü seveyim, canım abim…”

Elias Canetti’nin “Körleşme” adlı romanı İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Almanya’daki delirmeyi anlatan bir çifte standartlar başyapıtı. Roman boyunca uzun uzun iç sesler okursunuz. İnsanların çelişkili düşünceleri okuru hem güldürür, hem de sinirlendirir. Yirmi sayfalık bir pasajı bir paragrafa sığdırmaya çalışayım:


“Profesör beni işe aldığı için çok memnunum. Zavallım bütün gün kitap okuyor, bana da hiç kazanmadığım kadar yüksek bir maaş veriyor. Profesör harika bir insan. Acaba beni kadın olarak beğenir mi? Belki beğenir ama hiç bakmıyor ki… Bir beğense bütün ev benim olur, o zaman şu küflü kitapları atar evin hanımı olurum. Ama bu profesörde öyle erkeklik nerde? Aşağıda bana dik dik bakan temizlikçi var. Leş gibi biri… Ama o tam bir erkek. İstesem onunla bir arada olurum ve profesörü boğuveririz. Kimse de anlamaz. O zaman bütün ev bizim olur. Temizlikçiyle evlenirim, bir sürü çocuk yaparız. Senden nefret ediyorum profesör, yastıkla boğacağım seni…”

Günümüz dünyasının salgın hastalıkları sadece korona değil. Takipçi sayısını bile bir “güç gösterisi” olarak görebilecek kadar sefil, çifte standartı hayat standartı haline getirmiş, civciv gibi içgüdüleriyle yaşayan kişiler çok daha büyük bir salgının yaşayan kurbanları olmasın sakın?

***

Bundan yirmi bir yıl önce “Rahşan Affı” adı verilen “Şartla Salıverme ve Erteleme Yasası” ile hapishanelerdeki 23 bin tutuklu salıverildi. Bu tip afların ardından emsal davaları çıkar ve sayı artar. Bir yıl içinde yaklaşık 45 bin mahkum “Rahşan Affı”ndan yararlandı.

Geçen yıl “Denetimli Serbestlik ve İnfaz Yasası” yürürlüğe girdi ve ilk etapta 90 bin tutuklu salıverildi. Bu sayı da açılan emsal davalarıyla hızla artıyor olmalı.

İki af arasında geçen yirmi yılda, esnaf, taksici, minibüsçü, kahve müdavimi, köylü yüzlerce insandan, ciğerlerinden koparak gelen coşkulu küfürler, hakaretler duydum. En nazik olanları hecelerin üzerine basa basa şöyle söylerdi: “Al lah be la sı nı ver sin, o Rahşan’ın… Mezarında ters dönsün!”

Aflar iyidir kötüdür, şartlar şöyledir böyledir tartışmaları bu yazının konusu değil. Konu şu: Çok daha fazla mahkûmun salıverildiği affa neden kimse, “Erdoğan Affı” veya “Bahçeli Affı” demiyor?

Bu ülkenin sokaklarında lümpen proletarya yirmi yıl boyunca genizlerindeki balgamı söke söke Rahşan Ecevit’e küfretti. Yeni nesiller doğdu, büyüdü, “Rahşan Affı” teriminin yankısı silinmedi.

Tamam. Demek ki, halkımız aflara karşı. Olabilir... İyi de aynı halkımız iki katı fazla mahkûmun affedildiği Nisan 2020 tarihli affa neden hiç tepki göstermedi?
“Rahşan Affı”ndan on yıl sonra bile bir cinayet, hırsızlık karşısında “Allah’ın belası Rahşan” diye haykıranlar çıkardı. Her gün onlarca cinayet, hırsızlık oluyor, niye tek bir kişi bile geçen yıl yapılan kapsamlı affı bu suçlarla ilişkilendirmiyor?

***

Gezi olayları başladığı 31 Mayıs 2013’te dolar kuru 1 lira 88 kuruştu. Polisin şiddet uygulayıp Gezi Parkı’nı “ele geçirdiği” tarih olan 16 Haziran 2013’te dolar kuru 1 lira 86 kuruştu. Gezi protestoları boyunca da anlamlı bir yükseliş veya düşüş olmadı. Buna rağmen yandaş medya 5 kuruşluk bir artış olduğu günün akşamında “Geziciler yüzünden ülke ekonomisi şu kadar milyar dolar zarara girdi” gibi başlıklar atıyordu.

Bundan iki ay önce, 30 Eylül 2021’de dolar kuru 8,87 liraydı, bu yazıyı yazıp teslim ettiğimde 12,43 lira. Arada 360 kuruş ve yüzde 40 fark var.

“Gezici hesabı”yla ülke ekonomimiz kaç milyar dolar zararda? Peki, malum şerefsiz medyada bunu yazan kaç kişi var?

***

Bir affı yirmi yıldır hakaret olarak kullananların, bir başka af karşısında sus pus olması; Gezi’de iki kuruşluk artışta manşetler atan alçakların dolar yüzde 40 değer kazanınca tek laf etmemesi birer insanlık komedisi değil mi?

Lenin, Ekim Devrimi’nde sadece Çar’la değil, açlık, İspanyol gribi ve tifüsle de mücadele ediyordu. Meşhur “Ya sosyalizm bitleri yenecek veya bitler sosyalizmi” sözünü bu ortamda söylemişti.

İnsanları susturan, sırtlanları coşturan korkunç bir salgın hastalıkla kuşatılmış durumdayız. Bu hastalığa güce tapma ideolojisi, yani faşizm deniyor. Ya faşizm bizi yenecek veya biz faşizmi.

Bulutsuzluk Özlemi’nin söylediği gibi: “Çelişkiler keskinleşsin diye, böyle mi geçsin ömrümüz?”