Acil eşitlik, acil laiklik, acil özgürlük
Umarım 2015 yılı bu dönüşüm ve değişimin başladığı ve insan aklının tüm alanlarda yapılan tahribatı gidermekle kalmadığı; eskisinden daha toplumsal, akla, bilime dayalı özgürleşme sürecinin başladığı; sanata, eğitime, yaşam koşullarının iyileştirilmesine yönelik adımların atıldığı bir yıl olur.
NEJAT YAVAŞOĞULLARI
Türkiye her yıl olduğu gibi 2014 yılında da olayların baş döndürücü bir hızla yaşandığı bir ülke oldu. Gündem o kadar hızla değişti ki hızına yetişemedik. 2013 yılının 17-25 Aralık tarihinde patlayan yolsuzluk skandalının tartışmalarıyla başlayan 2014 yılı, başka olayların da çeşitliliği zenginleştirmesiyle ne olduğunu anlamadan bitiverdi. Ülkeyi yöneten partinin arka planında başka beklentilerinin olduğu kanun tasarıları sürekli birbirini izleyip durdu. Gündelik, sıradan bir yaşam sürdüren “sessiz Türkiye’nin” çoğunlukla yasalaşan bu kanun tasarılarından ve içeriklerinden genellikle haberi yoktu... Birçoğu Meclis’te onaylanan yasaların, genellikle rant projelerinin önünü açmasının, doğayı, çevreyi tahrip edecek içerikte olmasının yanı sıra; bu yasalar, vatandaşın cebinden vatandaşa çaktırmadan paranın nasıl tırtıklanacağı üzerineydi. Bunlarla birlikte iktidarın kafasında yer alan toplum modelinin, kurbağayı çaktırmadan pişirme yöntemi ile hayata geçirilmesine yönelik yasalar ve yönetmelikler de birbirini kovaladı... Torba yasa adı altında onlarca yasa bir torbada geçti, tartışma yapılmasına fırsat tanınmadı. Meclis’te çoğunluğu elinde bulunduran parti, engellenmeye çalışılsa da, bazı demokratik kitle örgütleri parlamento dışından uğraşsa da bu yasaların çoğunu çıkardı.
Anketlerde iktidara oy verenlerin yüzde 80 gibi bir çoğunluğunun gazete okumadığı ve haber dinlemediği sonuçları yayınlandı. Böyle bir ülkede yaşıyorduk... Halkımızın önemli bir kesiminin, sahip oldukları sosyal hakları tırpanlayan, geriye götüren, yaşam alanlarını daraltan bu yasalardan pek haberi olmadı. Ne zaman ki, bir sabah uyandıklarında zeytinlerinin kesildiğini gördüler, ‘evinden çıkacaksın’ denildiğini duydular, o zaman haberleri oldu...
2014’ün ilk aylarındaki yolsuzluk soruşturmasının ilk şokunu atlatan ilgili kişiler, büyük bir çabayla ölüm kalım meselesi olarak, yıllarca kanka oldukları ve şu an “paralel yapı” diye isimlendirdikleri Cemaat ile savaşa girişti. Oysa emperyalizm çıkarları ve Büyük Orta Doğu Projesi doğrultusunda Türkiye’de engel gördükleri muhalefeti ve orduyu sindirmek için birçok operasyonu birlikte yapmış, birçok gazeteci ve yazarı tutuklamışlardı. Hükümetin “paralel yapı” ile mücadelesi 2014 yılına damgasını vurdu diyebiliriz. AKP’nin “ileri demokrasi”sini kısa bir süre öncesine kadar yere göğe sığdıramayan “paralel”cilerin tutuklandıklarında daha önce iktidara muhalefet yüzünden başına gelmedik iş kalmayan insanların konumuyla kendi konumlarını bir tutmalarını ve sanki hükümete karşı demokrasi mücadelesi veriyormuş gibi davrandıklarını görmek ilgi çekiciydi. “Paralel”e karşı mücadele, hükümetin devlet gücünü her şekilde kullanmasıyla sürüyor.
Aslında demokrasi kültüründen tam olarak haberi olmayan ve demokrasiyi araç olarak görenler, yapılmaması gereken ne varsa kendi çıkarları için işlerine geldiği şekilde yapıyorlar. Ülkede tarafsız olması gereken ne kadar kurum varsa, hepsi “bizden” veya “bizden değil” anlayışıyla hareket ediyor. Gelenekselleşmiş uygulamaları, kuralları karmakarışık edip birçok kurumun gerçek işlevini yürütmesini büyük bir vurdumduymazlıkla kendi çıkarları doğrultusunda engellemeye çalışıyorlar. Yargıyı allak bullak ettiler. Deniz Feneri Davası’nın savcılarını görevden aldılar. Şehir Tiyatroları’nın başına eski bir boks hakemini getirdiler. Soruşturma yürüten savcı ve hâkimleri görevden aldılar. Bu ve benzeri örneklerin yaşanmasında, yani bu noktaya gelinmesinde “yanılan” liberallerin ve “yetmez ama evet”çilerin çok büyük vebali var ve şimdi “yanılmışız” demelerini yeterli bir savunma olarak kabul etmek zor.
Artık tüm yönetim kadrolarının ellerine geçtiğine, tüm gücün kendilerinde olduğuna inandıklarından olsa gerek, artık özlemini duydukları toplum biçimine yönelik kararlar almakta beis görmüyorlar. Zaten niteliği hayli düşmüş olan eğitim sistemi içinden çıkılmaz hale getirilip, yönetimlere itaat eden, bilimsel ve kuşkucu bakış açısından uzak insanlar yetişmesi için toplum mühendisliği yapılıyor. Bu sistemden yetişecek insan malzemesi ile iktidarlarının ebedi olacağı düşünülüyor belli ki. Bunun bir an önce olması isteniyor ve anayasanın laiklik ilkesine aykırı düşecek bir şekilde anaokulundan başlayarak dinsel bir eğitim öngörülüyor. Bunu engelleyecek, buna karşı çıkacak toplumsal güçlerin etkisinin kalmadığını da düşünüyor olabilirler. Bu yüzden “Birleşik Haziran Hareketi”nin son toplantısında aldığı laik eğitimi korumak için her alanda mücadele kararı çok önemli bir karar. Toplumdaki her kesimi ayrıştıracak, tedirgin edecek politikalar izleniyor. Aynı zamanda da bugün iş başında olanların bilinçaltlarında korku ve tedirginlik yaşadıkları da anlaşılıyor. Birçok şeyden anlaşılıyor bu... Binalardaki pankartları indirmekten PASSOLİG uygulamasına, çocuk yaşta kişileri tutuklamaktan basını baskılamaya, totaliter rejimlere uygun yeni baskı yasaları çıkartılmasına kadar... Bu arada, kendilerini iktidara taşıyan dış güçlerin desteğini çektiğinde tutunamamak endişesinden kapalı kapılar arkasında yeni sözler verildiğini ya da eski sözlerin teyit edildiğini düşünmeden edemiyor insan.
Geçtiğimiz yıla damgasını vuranlardan “kaç-Ak Saray” meselesinin ayrıntısına girmeye gerek yok sanırım, fakat şu apaçık ortada ki, İslami bir yönetimi nihai hedef olarak gördükleri saklanamayacak kadar kitlelere belli edilmesine ve yansıtılmasına rağmen, şu an toplumu yönetenler bugüne kadar ülkenin gördüğü en kapitalist yönetimi sergiliyor. Kapitalist zihniyet derken Batı’daki gibi denge unsurları olan bir kapitalizmden bahsetmiyoruz. Buna ancak vahşi kapitalizm diyebiliriz. Sanki 19’uncu yüzyıl Avrupa’sındaki gibi bir düzen... İnşaatlardan işçiler düşmekte, maden ocaklarında kitlesel ölümler olmakta... Sorumlu olanlar; kader, fıtrat gibi dinsel söylemlerle kendini temize çıkarmaya çalışmakta... Toplumsal hakların korunması ve geliştirilmesi için vazgeçilmez unsur olan ve 12 Eylül darbesiyle tırpanlanan sendikalar halen baskı altında. Yine toplumun, halkın çıkarlarını gözeten mimar ve mühendis odaları, barolar, meslek kuruluşları 12 Eylül darbesinde bile yaşanmayan bir baskı yönetimine karşı ayakta kalmaya çalışırlarken, çıkarılan yeni kanunlarla iktidarların boyunduruğuna sokulmak isteniyorlar. Bu yaşadığımız daha büyük bir 12 Eylül’dür...
Danıştay, Anayasa Mahkemesi gibi toplumsal dengeyi sağlayan kurumlar da bu baskıdan nasibini alıyor. Toplumun sosyal kazanımları onlarca yıl geriye gitmiş vaziyette. Halkın sırtından ağır vergiler alınmakta. Komşularla sıfır sorun diyerek yürüttüğü dış politikayla neredeyse tüm komşularla sorunlu hale geldiğimiz şimdiki Başbakan, yönetiminden sorumlu olduğu ülkede muhalefet partisi liderine “kolaysa git bakalım oraya” diyebiliyor. Bir kentte egemenlik kurmak için savaşan silahlı güçleri kendi haline bırakabiliyor.
Epey karanlık bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ama ben her zaman insancıl, paylaşımcı, doğayı yok etmeyen ve hatta parasız yaşanan “başka bir dünya”nın olabileceğine inananlardanım. Karanlığın aydınlığa çıkacağı umudunu her zaman koruyan biriyim. Bu toplumun genlerinde Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Şeyh Bedreddin var. Kadın hareketleri, sosyalist hareketler, aydınlanma hareketleri var. Sanatçılar, yazarlar, düşünürler var ve toplumumuz tüm bunları içselleştirmiş durumda. Zor günler, büyük savaşlar geçirmiş ve ayakta kalmayı başarmış bir yanımız da var. Bunları düşününce ne kadar tahribata uğramış da olsa bu toplum birikiminin bu tabloyu aydınlığa çevirecek potansiyeli taşıdığını düşünüyorum. Umarım 2015 yılı bu dönüşüm ve değişimin başladığı ve insan aklının tüm alanlarda yapılan tahribatı gidermekle kalmadığı; eskisinden daha toplumsal, akla, bilime dayalı özgürleşme sürecinin başladığı; sanata, eğitime, yaşam koşullarının iyileştirilmesine yönelik adımların atıldığı bir yıl olur. Ülkenin uzak köşelerinde elindeki telefonuyla bile olsa tüm dünya gençliğiyle iletişim kuran evrensel bir bakışa ulaşmış, aynı müzikleri paylaşan genç yurttaşların bu değişimde önemli katkıları olacağını düşünüyorum.
Her şeye rağmen yeni yılın zor bir yıl olacağı ortada... Hepimize kolay gelsin.