Akla gelen tüm liberal kötülüklerin atası Turgut Özal koltuğunu Yıldırım Akbulut'a bıraktığı vakit, ardı ardına fıkralar patlar oldu. Bir kukla olarak o koltuğa oturtulan Akbulut, oynatıcı ne isterse onu söylemek durumdaydı. Kendi düşüncesi, duygusu olması yasaktı. Kahkahalarla gülünen Akbulut fıkraları bana acıklı gelirdi. Yaşını başını almış, devlet yönetmek için bir makama oturmuş kişinin kendi halini görememesi, alay konusu olması iç acıtırdı doğrusu.

Aradan çok zaman geçti. Bu kez Saray tarafından atanmış bir başka kişi başbakan oldu. Koşullar o günden çok daha kötü. Çevremiz ateş çemberi, bağrımızda bombalar patlıyor ve belli ki kan akmaya devam edecek. İhtiraslı birinin peşine takılan koca bir halk intihar ediyor. Binali Yıldırım adlı bir kişi bu dönemde koltukta. Geçen gün konuşma yaptı. Sanırım biri demiş; “şakacı ve güler yüzlü ol ahali sever”. O kadar kötü bir benzetme ve beceriksiz bir hitapla tarihe “acil servis şakası faciası” olarak geçecek konuşma yaptı ki Binali Bey, önce emme basma tulumba misali, alkışlamaya hazır partilileri şaştı duruma. Vaziyeti anladı Binali Bey, ikinci bir vurguyla, ‘Yaptığım bir şakadır, önce gülecek, sonra alkışlayacaksınız’ demeye getirerek, altını çizdi sözlerinin… Gerisi malûm!

Unutmayın; kitlesel haykırış yerini bulur. En büyük sorun, iktidarın tarif ettiği alanda oynamak zorunda kalmaktır.

Doğrusu ne güldüm, ne de arkasından bir başka şey aradım. Gündem değiştirmek için böyle bir hamle yapmak, incelikli bir zekâ ister. Ben ortada ne bir incelik, ne de bir zekâ görüyorum. Malzeme bu. Diyeceğim; esasen toplumun aynasıdır o gün konuşma yapan kişi ve alkışlayan vekiller. Binali bey, diyelim kendini o konuma layık görmüş, peki ya biz ne olacağız? Düşünün; bir yabancı gelse ve çeviri yapmak zorunda kalsanız, utanmaz mısınız? Ya da biricik ömrünüzü bu sığ iklimde harcamak kederli değil mi?

Gözlerimizin içine bakarak bugün söylediğinin tam tersini ertesi gün dillendiren insanlar yönetiyor ülkeyi. ‘Lar’ dediysem, esasen sadece bir kişi var. Polonya basını günlerdir yazıyor, Emine Erdoğan 147 bin liralık alışveriş yapmış. Biz bunu daha önce Suudiler için okurduk. Şimdi aynı görgüsüzlükle dalgalanıyor bayrağımız. Binali Bey’in konuşmasıyla, Emine Hanım’ın alışverişi aynı kültürün ürünüdür. Hepimizi silahla öldürmeyecekler, zindana yıkıp delirtmeyecekler elbet; insan bunlara tanık olunca zaten aklını kaçırıyor, kahrından her dakika can veriyor.

Şu Osmangazi Köprüsü’nün açılışına ve ardından olan olaylara bir bakın. Köprümüz oldu, peki. Sanki teknolojisi bize mi ait? Üzerinden belli sayıda araç geçmediği takdirde, koca halk, soyulmaya devam etmeyecek mi? hadi trafik sorunu çözülse neyse, artık köprü çıkışından İstanbul’a dek kuyruk var. Herhangi bir planlama yapıldı mı köprü ve kent ilişkisi için? Ama fotoğraf nasıl; kasaba tüccarı Binali Bey oturmuş köprünün başına, defteri almış eline araç sayıyor. Hesap açık verirse cepten tamamlayacak sanki!

Hep yazdım, tüm etik değerler ayak altında. Yeni bir dil, kültür yaratıldı ve er ya da geç bugün bundan nemalananlar da pişman olacaklar. Talan edilen İstanbul yakında hesap soracak hepimizden. Depremde altında kalacağız, betondan soluk alamayacağız, bir gün kapımızın önünden aracımızla bir milim ilerleyemeyeceğiz. Bunu yaratanlar; kader bu, Allah yazdı, diyecek. Artık hayatımız tamamen çalınır halde. Soluk almak suça dönüştü. Şimdi de aklımızla alay ediyorlar, acil servis şakasının bayağılığı hepimizi öldürecek!

Soruyorlar; ‘çözümün nedir?’ diye.

Aydınlanma olgusunun üzerine gitmek gerek, zorunlu din eğitimi, yeni maarif yasası, okulların imam hatipleşmesi konularında keskin tepki vermek gerek. Unutmayın; kitlesel haykırış yerini bulur. En büyük sorun, iktidarın tarif ettiği alanda oynamak zorunda kalmaktır.

Ya bu bayağılık bizi esir alacak, ya bu deliliği aşacağız!