Şu haline bakınca inanasınız gelmez ama Bienal tüm bunlardan bağımsız, kendi özgür iradesiyle 1987 yılından beri yapılan bir etkinlik

Acil! Tuzlu su ihtiyacı

acil-tuzlu-su-ihtiyaci-68865-1.> EZGİ ÇELİK e.ezgicelik@gmail.com

Adını koyunca insanın yaşadığı rahatlama olağanüstü. “Sanat Sepet”. Evet, işte buldum sevinci. Sonuçta yazıların kapsama alanı belli, niyet belli. Tabiri caizse, dünyanın sonuna kadar yaz yaza bildiğin kadar hissi. Sonuçta, sanat sepet. Nasıl bitebilir, nerede tükenebilir hissi.

Yok efenim, tükenmesine hacet yok. Bitmesine hele, hiç yok. Ama iş yazmasına gelince orada insanı zorlayabiliyorlar efenim. ‘Şimdi bunu yazmaya hacet yok’ dedirtebiliyorlar.

Her gelen yeni gün, bir öncekini örtecek kadar güçlü ve hazin geliyor. Bu dalgaya kapılmamaktır esas güç deyip yola devam ediyoruz. Esas mesele, herkesin kendi koltuğunda, kendi işine devam etmesidir diyoruz. Zaten bari bunu doğru yapalım ki, yapmayanlardan bir an önce kurtulalım diyoruz. Her şeye ihtiyaç var, herkesin özel ihtiyacını karşılamaya hakkı var diyoruz. Herkes kendi köşesinde görevini tamamlasın diyoruz. Tamamlasın ki, sonra kim neye ihtiyaç duyuyorsa gitsin, baksın, seçsin, alsın diyoruz.

Biz bunları her gün söyleyip, her gün yerine getiriyoruz. Fakat dalga geçiyorlar efenim. Gerçekten bizimle şakalaşıyorlar. Baş tacı olan, iyi niyettir diyoruz, bunun bir şaka olduğunu sanmak istiyoruz. Her seferinde. Evet her seferinde, çünkü bitmek bilmedi bu seferler efenim. Bizim her yazı da, bağırdığımızı, isyanımızı haykırmak için kullandığımız ifadeler bitti, bunların yaptığı şakalar bitmedi. Yolda yürürken gözü mora çalan, şişmiş genç kızı görürsün. Devam ederken gazeteci de, o malum fotoğrafı. Kimin aklına gelirdi, denizin dalgasından nefret eder hale geleceksin. Geldik, o fotoğraftan sonra geldik efenim. ‘Aman artık böle hayatın ben’ deyip arkanı dönüp gidecekken tepene çığ düşer, toprak kayar, sel akar alır götürür seni. En iyi ihtimalle aşırı sıcaktan kavrulursun. Çünkü ona da bulaşmıştır senin şakacılar. Geçmişte, insandan sıkıldıkları bir gün, doğaya bulaşmaya karar vermişlerdir. E aradan yıllar geçmiştir ve o tepene inen toprak, seni yakan güneş hep o kararın sonucudur. E bir nevi savaş, doğa da kendini savunacaktır.

Yukarı da özeti geçilen ülke, öyle nevi şahsına münhasır bir yer ki, zannedersin bu kıssadan hisse çıkardı. Ve ülkede bir elin parmaklarını geçemeyen büyük sanat organizasyonlarından birini başlattı. Bienal. Hayır efenim, maalesef öyle değil. Bunun kıssayla hisseyle filan alakası yok. Şu haline bakınca inanasınız gelmez ama Bienal tüm bunlardan bağımsız, kendi özgür iradesiyle 1987 yılından beri yapılan bir etkinlik. ‘İki yılda bir’ anlamına gelen Bienal, genelde sanatsal aktiviteler için kullanılan bir sözcüktür. Bienali tanımlarken kullanılan ifadelerden biri, özellikle bizim için bu sene bir başka anlamlı; “Özellikle uluslararası alanda kendini fazla gösterememiş sanatçılara ve işlerine şans vermek, büyüyüp gelişmelerini sağlamak. Kendilerini tanıtıp, hayatta kalmaları için olanak bulmak.” Anlayacağınız aslında Bienal bu tanımı ile değerlendirecek olursa biz de keşke altı ayda bir tekrarlansa ve sanatçılarımız coşsa. Şaka şaka.

Bu hassas döneme denk gelmesi bir yana, kıymeti katılanlarından belli Bienal’in, 1 Kasım’a kadar bize gerçekten nefes aldıracağı kesin. 14. İstanbul Bienal’i bu sene ‘Tuzlu Su; Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori’ başlığı altında konumlandırıldı. Bu sene ki İstanbul Bienal’i taslağını şekillendiren, yazar ve akademisyen Carolyn Christov- Bakargiev bunu şöyle açıklıyor; “Tuzlu su dünya da en sık rastlanan maddelerden biri ve vücudumuzdaki sodyum yani tuz, sinir sistemimizi oluşturan en önemli içeren. Dolayısıyla hayati bir önemi var.” Acaba Bienal önderliğinde, halka minik tuzlu sular mı dağıtsak? Ankara’ya da yapay tuzlu su fırtınası. Hayır sonuçta ‘Çağdaş Sanat’. Herkesin alt metni kendine. Şaka şaka.