Bir gün, İstanbul Erkek Lisesi’nden gencecik bir delikanlıyı tutuklarlar. Suçu Nazım’ın şiirlerini defterine yazmaktır. Genç öğrenci Rıfat Ilgaz’la aynı koğuşa düşer. Bir gece geç saatlerde hapisanedeki herkesi uyandırıp bahçeye çıkarırlar. “Ne oldu?” demeye kalmadan kocaman bir zincir çıkar ortaya. Üstünde de sağlı sollu kelepçeler… Lise öğrencisi, Rıfat Ilgaz’la karşılıklı kelepçelenir bu defa. Büyük usta o kapkara geceyi şöyle yazar:

“Bugün de vaktinde çıktı gazeteler / Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti / Ismarlama yazıları üstad kalemlerin / Taksim’deki ziyaretten resimler / Çeyrek saat uzaktasın çok değil / O meşhur Babıâli’den / Tek satır yok sayfalarda / Bu zincirleme tutsaklık üstüne.”

Sait Faik’in Medar- ı Maişet Motoru, Yeni Mecmua dergisinde önce tefrika edilir. Sonrasında da yazar annesinden aldığı yardımla Ahmet İhsan Basımevi’nde bastırır kitabı. Roman, henüz dağıtıma bile girmemişken Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılıverilir. Sait Faik, dostu Sabahattin Eyüboğlu’na şöyle yakınır:

“Hayatı toz pembe görüyordum ki mahkemeye verildim. Üç beş kuruş kazanalım derken üstüne bir de mahkeme masrafı ödedim. Üzüntüsü de caba. Romanda, kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyorlardı. Bütün sebep bu!”

Aradan zaman geçer. Bu defa yeni bir öykü kaleme alır: “Kestaneci Dostum” Kestane pişiren çocuğun mangalına tekme atılır öykünün bir yerinde. Çok geçmeden Sait Faik, yine karakoldan çağırılır:

“Kim attı tekmeyi?”

“…”

“O zaman çocuğu bul! Okusun adam olsun. Kestanecilik etmesin!”

“İyi de öykü kişisi o… Ben nerden bulayım?”

6/7 Eylül utanç olaylarından bir süre sonradır. Yusuf Ziya Ortaç, Akbaba Dergisi’nde Aziz Nesin’i ziyarete gider. Ama kapı duvar! Ertesi gün de aynı. Sonra öğrenir ki, o günlerin faturası Aziz Nesin’e çıkarılmış. Atmışlar cezaevine.

Aziz Nesin de Yusuf Ziya Ortaç’a şöyle yazar demirparmaklıklar ardından:

“İçimdeki cehennemi her yere taşıyorum. Her şeyim var, yalnız huzurum yok! İnanınız, bazen gerçekten ölümü özlüyorum. Niçin biliyor musunuz? Dinleneceğim diye… ama bu dinlenmeden haberim olmayacak ki?”

Bu ülkenin değerli bir aydınına ölümü düşündürecek denli çileli bir hayatı dayatmamızın ardında ne var? Nedeni çok basit! Böyle bir trajedi bizden daha geri ülkelerde yaşanmaz. Çünkü onların aydınları yok denecek kadar azdır. Genellikle de ülkelerini terk etme yolunu tutmuşlardır. Bizde ise aydın düşmanlığı siyasal bir gelenek halini almıştır: Nedeni açık: Yurdu her defasında kurtaran aydınlarımız olmuştur! Kamplaşmanın kökeninde bu gerçeklik yatar! Bugün bir ceza gibi yaşadığımız günlerin, benzer kurulumların ardında da bu geleneğin izleri var!

Yıllar evvel şair Mehmed Kemal, kendi dönemini anlattığı kitabına “Acılı Kuşak” adını koymuştu. Şimdi bu kadar acının ortasında o şarkıyı düşünmeden edemiyor insan:

“Eksildi ömrümüzden / Umut dolu o yıllar / Siz miydiniz, bizler miydik?/ Yorgun düşen kuşaklar?”