Levent Karakoç, yeni romanı için “Psikolojik ve polisiye bir roman kurgusunun içine sinsice yedirilmiş eleştirel görüşlerin okuyana sinsice dayatıldığı, uzun ama her anlamda bir eleştiri metni” diyor

Acımasız mevcut düzenin eleştirisi

Günnur Aksakal BAYKAN

Levent Karakoç yayımlanan ilk kitabı ‘Gece Köpekleri’ ile yazın dünyasına dikkat çekici bir giriş yaptı. Kurgusu, dili ve işlediği konular bakımından okuyanları sarsan bu ilk roman üzerinden Karakoç ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

İlk kitabınız ‘Gece Köpekleri’ adıyla İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlandı. ‘İlk kitap’ kavramından söz edebilir miyiz?
Aslında, yayımlanmasını talep ettiğim ilk kitap diyelim. Zira ‘Gece Köpekleri’nden evvel tamamlanmış ve fakat doğum anının geldiğini hissetmediğim için bende saklı olan Demirevler isimli bir romanım daha var. ‘Gece Köpekleri’nin ise, araştırmalar ve kurgu çalışmalarını da, özel hayatım sebebiyle hiç elleyemediğim dönemlerini de içeren beş yıllık bir öyküsü var temelde. Tüm süreç, bedellerini ödeyerek kendi yolumu çizdiğim bir savaşın ta kendisi aslında. Benim tarihimin ‘Beş Yıl Savaşları’ olarak hafızamda kayıt altındadır.

İlk kitap kavramına gelecek olursak, o tamamen kişinin kendi öğrenme ve iş kotarma şekline göre değişir diye düşünüyorum. Kimi insanın eserlerini yayımlatarak yaşadığı beş kitaplık acemilik sürecini, bazı insanlar beş yıl bekleyerek daha oturmuş tek bir kitap halinde sunmayı seçebilirler. Kendi eserime oturmuş veya usta işi bir eser diyerek övgü yaratmak anlamında söylemedim bunu kesinlikle ama ben galiba bir eser bastırabilme cüretini yakalayabilmek için kendi yazım hayatım içinde biraz daha olgunlaşmayı bekledim diyelim.

“Zira yaşam süremiz içinde ne yaparsak, nereye gelirsek gelelim; en son ‘ölüm’e varabiliyoruz.” İnsanın kaçınılmaz sonu ‘ölüm’, kimi zaman umut kimi zaman umutsuzluk ekseninde edebiyatta sıkça işleniyor. Bu temayı ne tür bir bağlamda işlemeyi tercih ettiniz?
İnsanın kafasındaki ölüm kavramını, yaklaştıkça insanların hayatta kalma ihtiraslarını ve tanrısal olduklarına dair sanrılarını ortaya çıkartan bir katalizör olarak görüyorum. Benim ‘Gece Köpekleri’nde ölümü ele alış şeklim; insanın ölmesini veya ölmekten korkmasını değil, ölmemeye dair biçare ve kibirli inancını temel almıştır.

Kerem’den bahsedelim. Kerem’in yaşamı gerçek mi, yoksa bir sanrı mı olduğu konusunda okurları kararsız bırakıyorsunuz. Gerçekte, Kerem kim, nasıl bir karakter?
Kerem aslında ‘kendi’ ve erkeklik imgesinin karışımı gibi. Bu dünyada benim hiç göremeyeceğiniz taraflarımın da bazı bölümlerde suflesini veren sıradan bir insan aslında. En az benim kadar, şu koca dünyanın içindeki milyarlarca insan kadar sıradan. Daha fazla tarif etmek istemem. Okuyan her okuyucunun kafasında, ‘kendi’ ve ‘erkeklik’ imgesinin ayrı ayrı oluşmasını isterim. Hepimizin Kerem’i farklı olacaktır.

Ve tabii Sultan da… Geleneksel kadın imgesinden oldukça farklı bir kadın karakter. Onu nasıl anlatırsınız?
Sultan ise bambaşka ve kalabalıklarca olmalarını istediğim kadınlardan birinin tarifi. Erkek ve kadın diye iki ayrı tür değil, homo sapiens diye tek bir türün, cinsel organı farklı olanı. Bunun dışında, tamamen diğeri gibi ‘insan’. Ancak bu ‘erkek egemen insanlığın’ kadına biçtiği roller, onları insan olarak görmemizi bile engelliyor maalesef. Bu sebeple Sultan, çokça sıra dışı(!) ve bu haliyle varlığı mümkün değilmiş gibi gözüken bir karakter olarak gözükecek muhtemelen.

İnsan ruhuna ilişkin varoluşsal tartışmaların yanı sıra, dünya düzeninin egemen güçlerinin ne kadar can yakıcı olabileceğine dair bir kurgu da yürüyor: Amerikan hükümetlerinin 1906 San Francisco depreminin ardından bir tür ‘enerji boşaltma projesi’ geliştirmesi ve kendilerine tehlike oluşturmayacak bölgelerde can kaybına ve doğa tahribatına neden olmaları gibi… ‘Gece Köpekleri’ için mevcut düzenin acımasızlığına bir eleştiri diyebilir miyiz?
Yüzde yüz evet. ‘Gece Köpekleri’ için, psikolojik ve polisiye bir roman kurgusunun içine sinsice yedirilmiş eleştirel görüşlerin okuyana sinsice dayatıldığı, uzun ama her anlamda bir eleştiri metni diyebiliriz.

‘Gece Köpekleri’ni bitirdiğimizde, garip bir rahatsızlık hissi duyuyoruz. Korkularımız, merhamet göstermediğimiz veya canımızın yandığı anlar aklımıza doluşuyor. Bir yandan da bir çocuğa duyulan sevginin masumiyeti zihnimizde… Yazım aşamasında, ortaya bu kadar keskin bir metin çıkacağını düşünmüş müydünüz?
Yazım aşamasına geçmeden önce kafamda bütün kurguyu tamamlayan bir yapım var benim. Bir hikâyeyi, bir fıkrayı anlatırken de, bir şakayı yaparken de kafamda yazıp yavaş yavaş sunduğum gibi. Ne sertlikte olduğunu biliyordum. Bu sebeple, okuyacağınız metin benim arzularım için yeterince sert bile değil aslında. İnsanların bilinçleriyle yüzleşmekten korktuğu ve kaçtığı, bilinç altlarına saklayıp durdukları her şeyle karşılaştıklarında duydukları o rahatsızlık hissi var ya, bahsettiğiniz o garip rahatsızlık hissi… İşte, hepimizin iyiliği için, o hissin yüz katını vermek isterim okuyucuya. Ama kaçarlar. Çünkü insanın en iyi bildiği şey, kendisiyle yüzleşmekten kaçmaktır, maalesef bunu da biliyorum. Bu sebeple elinizdeki, hepimizin kaldırabileceği kadar yumuşatılmış bir metindir aslında.