Türkiye’de iktidar tarafından söylenenlerin çoğuna anlam aramaktan epeydir vazgeçtik; Yeni Türkiye’nin en belirgin özelliği de, kanımca, bu anlam yitimi oldu. Ankara’daki katliamdan sonra da toplumun önemli kısmı acı, utanç, şaşkınlık, öfke, isyan, korku gibi bir dolu duygu yaşıyor ama AKP ve yandaşları anlamsız konuşmalar açısından birbirleriyle yarışmaktalar.


Ortada, barış ve demokrasi diyerek yola çıkmış 100’den fazla insanı uğursuz bir saldırıyla yitirmenin acısı var; ülkenin başkentinde, onca polis ve güvenlik önlemi arasında canlı bombalara kurban etmenin utancı var; istihbarattan emniyete kadar uzanan ihmaller var; yapılan açıklamalar ise, “gerçeküstü” filmlere yakışır nitelikte!


10 Ekim’deki vahşeti adlandıramayacağım; buna kelimeler yetmez. Çocuklarını, eşlerini yitirmiş olanların acılarına tarif etmeye de gücüm yetmez; o acıyı, ancak yaşayanlar bilir. Ancak BirGün’deki fotoğrafı gören herkesin yüreğine bir şey saplanmıştır sanırım. Bombalar patladıktan sonra meydana yığılan ölüler ve üstlerine örten miting pankartları var fotoğrafta. Biraz önce güle oynaya meydana toplanan insanlar bunlar; onların masumiyeti ve barış pankartlarının neşesi ile katliamın dehşeti üst üste binmiş, size bakıyor. Sessiz bir çığlık gibi bakıyor… Boğazınız kuruyup çığlığa eşlik etmekten başka bir şey yapamıyorsunuz.


Bu katliamı, Türkiye’nin 11 Eylül’ü, Kara Cumartesi gibi yakıştırmalarla anlatmak mümkün; ancak yaşanılanların bunun ötesinde anlamları da önemli. En başta, arkası kesilmeyen, bir türlü önlenemeyen bu olaylarla Türkiye’nin “Ortadoğululaştığının” artık yadsınamaz bir gerçeklik kazanması var. Öte yandan yaşanılan olayların topluma yansıyan tepkiler ne kadar ayrıştığımızın göstergeleri olarak karşımızda. Umutlu olmak da kolay değil.


Her şeyden önce, ülkenin başkentinde bu kadar vahim bir katliamın gerçekleşebilmesinin sorumluluğunu üstlenmesi gerekirken, bunu üstünden atmak için top çeviren bir iktidar karşısındayız. Yandaşları biryana, Konya’daki maçta ölenler için yapılan saygı duruşunda tekbir getirenler gibi, dindarlığı kimseye bırakmazken, ölenleri sizden-bizden diye ayıracak kadar vicdanını yitirmiş kesimler de cabası! Bu arada, AKP iktidarına destek konusunda toplumun sosyolojisinden söz etmeyi pek seven liberallerin, şimdi, bu vicdansızlık karşısında ne diyeceklerini de merak ettiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Bir de, IŞİD’den söz ederken, Türkiye’de İslami çevrelerin şiddete bulaşmadıkları yolundaki fetva verenler var ki, tarihi bu kadar görmezlikten gelmek pes dedirtiyor!


Ve, bu tablo içinde Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri! Sanki Soma faciasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Diyarbakır ve Suruç katliamlarında İç İşleri ile Adalet Bakanı istifa etmişler gibi, sanki bu ülkede ihmaller, yolsuzluklar karşısında bakanların, valilerin, genel müdürlerin istifalarına çok rastlanırmış gibi, “her olayda istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru değil” buyurmuşlar! Oysa toplumun vicdanını biraz olsun rahatlatmak için de, açıkça görülen ihmalleri ortaya çıkarmak için de, aşağılarda değil, tepelere uzanan istifalar şart.


Başbakan ise, katliamı gerçekleştirenlerin isimleri ortaya çıkmışken, IŞİD’den söz edenlere ya da ihmallerini hatırlatanlara “canlı bomba eylem yapmadan yakalayamayız” gibi absürt bir cümle kurarak yanıt verebilmekte.


Oysa en az iki yıldan beri gençlerin Suriye’ye geçişleri, anne-babaların bu konudaki yakınmaları bilinmekte; etkin bir önlem alınmadığı ortada. Tıpkı Cemaati destekleyip devlet içinde yuvalanmalarını sağladıktan sonra ”paralel devlet” ten söz etmeleri gibi, bunca zaman İŞID’I destekledikleri bilinmiyormuş gibi şimdi de “hücrelerden“ söz etmekteler. Sıkılmadan diyeceğim ama “sıkılmak” gibi bir sözcüğün lügatlerinden kalktığı da bilinmekte!


Şimdi hangi devlet ciddiyeti, hangi Hükümet sorumluluğundan söz edebiliriz? Bunların bir anlamı kaldı mı dersiniz?


Yandaş medyada ise katliam ve acılar bir yana konulmuş, varsa yoksa, iktidarı aklama gayreti... Kimi “her olayda Erdoğan ve Hükümet nasıl suçlanırmış” diyor; kimi muhalefeti yangına körükle gitmekle suçlamakta; kimi de jeopolitik analizlerden Türkiye’yi bölme, hatta Ortadoğu’dan silme hesaplarına kadar dış güçleri sıraya dizmekte.


İyi de, Suruç’ta failler belirliyken İŞID ile ciddi bir mücadeleye girilmemiş olmasının suçu kimde? Ya da, herkesi dinleme, izleme konusunda ülkede kuş uçurtmayan istihbarat güçlerinin, en küçük protestoda bile orantısız güç kullanan emniyet güçlerinin bu katliamı önleyememesinin günahı kime ait? Türkiye’yi demokrasiden, hukuk devleti olmaktan, laiklikten uzaklaştırırken, , cihatçıların at koşturduğu alan haline getirenler kimler? Her tür muhalefete düşman gibi yaklaşarak toplumdaki ayrışmayı kutuplaştıranlar, çağdaş toplum değerlerini bir yana atarken, dindar ve kindar nesilleri göreve çağıranlar kimler?


Özetle, Türkiye’yi Ortadoğulaştırarak katliamlar ülkesine dönüştürenler belli. Şimdi mesele onlardan kurtulmakta!