Türkiye’de, Ermenistan’da, Marsilya’da, Buenos Aires’te yaşayan Ermeniler yüreklerinin derinlerinde bir sızı, bir hüzün hissediyorsa herkese düşen, bu acıyı paylaşmak, kendimizi onların yerine koymaya çalışmaktır.

Acıyı paylaşmak

24 Nisan Ermeniler için en büyük acının yıldönümüdür. 90 yıl sonra hâlâ, Türkiye’de, Ermenistan’da ya da Marsilya’da, Buenos Aires’te yaşayan Ermeniler bu tarihte yüreklerinin derinlerinde bir sızı, bir hüzün, bir isyan hissediyorlarsa bize, insani duyguları körelmemiş herkese düşen, öncelikle bu acıyı paylaşmak, kendimizi onların yerine koymaya çalışmaktır. Kayıpların sayısı üzerine farklı iddialar ortaya atılabilir. Ölümlerle katliamların ağırlığıyla, sürgün yolunda patlak veren salgınların yüzdesi üzerine değişik tezler öne sürülebilir. Tüm bunlar, bu topraklarda doğmuş, ataları binlerce yıl bu topraklarda kök salmış insanların bir daha dönmemek üzere yerlerinden, yurtlarından, işlerinden, mülklerinden, hatıralarından, komşularından kopartılmış oldukları katı gerçeği değiştirmez.

GEÇMİŞİN HATALARINI AŞMA CESARETİ

Türkiye toplumu geçmişe önyargısız bakabildiği, gayr-ı Müslimlere olduğu kadar Müslümanlara da büyük faturalar ödeten süreçleri iyi kavrayabildiği, geçmişin hatalarını aşma cesareti gösterebildiği ölçüde güveni artacak, geçmiş yanında bugünün de gerçekleriyle yüzleşebilecek gücü kendinde bulabilecektir. Örneğin, artık Sarıkamış faciasının konuşulabilir hale gelmesi, kendi ordularını kırdırmaktan çekinmeyen bir zihniyetin sadece aylar sonra Ermenilerin yaşamını nasıl hiçe sayabileceğinin kanıtı değil mi? Dağılan bir imparatorluğu toparlama paniğinin, ihtiraslı olduğu kadar kifayetsiz bir iktidar kliğinin elinde nasıl felaketler yarattığını dillendirmek, bugünkü Türkiye’nin yurttaşlarını suçlu sandalyesine oturtmak anlamına gelmemeli. Zaten birileri Türklerin özden barbar olduğu teziyle ortaya çıkıyorsa, bu kökten ırkçı bir yaklaşımdır, tartışmaya bile değmez.

Belki şu aşamada tüm kimliğini “soykırım” terimi üzerine inşa etmiş diaspora Ermenileriyle birbirimizi anlamamız kolay değil. Ama Türkiye’deki Ermeni yurttaşlarımızla ve Ermenistan’la birbirini anlamaya, dinlemeye yönelik bir hoşgörü ve uzlaşı iklimi yaratmak imkânsız mı? Bugün bu konunun medyada, TBMM’de konuşulabilir hale gelmesi bile karanlıkta kalmış bir tarihe ışık tutulması anlamında umut verici. Bir kere soğukkanlı bir tartışma zemini yaratalım, aslında yaşananların çok uluslu imparatorluklardan ulus devlete geçiş döneminin sancıları olduğu noktasında anlaşabiliriz.

TARİHTEN GEREKLİ DERSLERİ ÇIKARALIM

Balkanlar’da ve Kafkaslar’da farklı düzeylerde de olsa benzer acıları Müslüman nüfusun yaşadığı, Anadolu’ya sığınan kitlelerin gazabının Ermenilere patladığı tespitinde ortaklaşabiliriz. Ermenilerin o dönem Yunanlılar, Bulgarlar benzeri bir ulus kuramamalarının nedenini hiçbir yerde çoğunluk oluşturamamalarına, çünkü Osmanlı toplumunda her coğrafyaya ve yaşamın her alanına nüfuz etmelerine, İmparatorluğun en kaynaşmış tebaası olmalarına bağlayabiliriz.

Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin bir ulus inşa etme çabasının öne çıktığı bir dönemde, bu konuların üzerinin örtülmesini onaylamak değilse de, anlamak mümkün. Artık bir mazeretimiz de kalmadı; tarihten gerekli dersleri çıkaralım ki, ayrımcılığa, nefrete dayalı zihniyetleri mahkûm edebilelim. Ermeni sorununun bugün ülkemizde milliyetçi bir kamp oluşturma çabasına malzeme olmasının önünü kesebilelim. Farklılıkları bir zenginlik sayan, “çok kültürlü çok kimlikli” bir toplumda barış içinde yaşayabilelim.

Ermenistan’la ilişkilere gelince; deneyimler, devletlerarası sorunlarda çıkarların çatıştığı değil, kesiştiği konulardan işe başlamanın en hayırlısı olduğunu gösteriyor. Ermenistan’la da, sınır kapısını açarak ilk adımı atabiliriz. Denize çıkışı bulunmayan Ermenistan’ın Kars sınır kapısının açılmasına ne kadar acil gereksinimi varsa, benzer biçimde işsizlik ve yoksulluktan kırılan Kars halkının da o kadar var. Aynı zamanda bu kapı Kars-Van demiryolunu Orta Asya’ya ve Kafkaslar’a bağlıyor. Böylelikle Gürcistan, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’la ticaret kolaylaşacak. Her şeyden önemlisi, sosyal ve kültürel ilişkileri geliştirerek, özellikle gençlerin birbirini tanıyıp şartlanmalardan kurtulmasını, aslında karakter olarak ne kadar benzeştiğimizi keşfetmesini sağlayabiliriz.

Tüm olumsuzluklara karşın, umut var olmak için de az neden yok. Bakın Türk tezlerinin savunucusu ASAM’ın Stratejik Analiz dergisinin Nisan sayısında, diplomat sıfatı dolayısıyla yıllarca ASALA namlusunu ensesinde hissetmiş Emekli Büyükelçi Ömer Ersun bile yer yer şoven ögeler de içeren yazısında, 24 Nisan konusunda şunları söyleyebiliyor:

“Ben kendi hesabıma Erivan’daki anıtın önünde 24 Nisan’da diz çöküp dua edebilirim; onlar benim de insanlarımdı, halkımdı; bir musibet gelip, bizi ayırmış.
Karşılığında tek beklediğim, benim sanki dün kaybettiğim canlarıma ve 90 yıl evvel yitirdiklerime aynı saygının gösterilmesidir. Dualarımızın hiçbirinin üzerinden eksik edilmemesidir. Toplu kayıplarımıza birer isim koyup, birbirimize kabul ettirmeye çalışmamız şart mıdır?”

Ersun’un sözleri az mesafe kat edilmediğini gösteriyor. Daha da hızlı yol almayı, en çok da aramızdaki sorunların baş müsebbibi İngiltere, Fransa, İtalya’nın hiçbir geçmiş özeleştirisi yapmadan, suret-i haktan görünüp caka satmalarının son bulması için arzuluyorum.

Not: Bu yazı 24 Nisan 2005’te yayımlandı. Başlığını bir bakıma sevgili Hrant Dink’in koyduğu söylenebilir. 1915 Ermeni Katliamı’nın 90’ıncı yıldönümü öncesinde Makina Mühendisleri Odası’nın Taksim’deki lokalinde bir öğle yemeği yedik ve bu konuda ÖDP’nin alması gereken tutumu konuştuk. Bize, yaşanan acıları paylaştığımız mesajını vermenin en önemli vurgu olacağını söyledi.

Aradan 16 yıl geçti, Hrant Dink alçak bir cinayete kurban gitti. Cumhur İttifakı’yla birlikte ülkede daha da şoven bir iklim egemen olmaya başladı. Sürekli kendini Osmanlı’nın devamı gibi sunan bir iktidarın varlığı, 1915 ve sonrasında yaşanan acı olaylar konusunda uluslararası kamuoyu nezdinde Türkiye’yi daha fazla töhmet altında bırakıyor. Ermenistan’la sınır kapısı açılıp, ilişkilerin normalleşmesi yolunda adımlar atılamadı.

Özetle, ne yazık ki 16 yılda geçmişin acılarını dindirmek yolunda hiç mesafe kat edilemedi; dilediğimiz hoşgörü ve uzlaşı ortamı yaratılamadı.