“Acıyım unutma, ben de varım orada!”*

Madımak oteli harıyla, isiyle, duvarlarında yankılanan çığlıklarıyla bir 2 Temmuz’u daha geride bırakıyor. Temmuz başından beri Almanya’daydım. Anne ve babamın gidişinden sonra bana kalan küçücük ailemden bile hatırlayan, arayan bir sıcak selam eden olmadı pek. Issızlaşıyor Temmuz’lar. Geçtiğimiz hafta Almanya’dan seslendim sizlere. Orada kocaman bir aileyle birlikteydim oysa. 29 yıl dile kolay. 29 yılın ardından avukatlar haklı bir yorgunluk ve yalnızlık içinde. Hatta bu davaya en fazla emek verenler biraz kar körü, biraz rutinin döngüsünde hapsolmuş gibi. Olanca ağırlığıyla bu dava onların omuzlarında ama her yıl daha sessiz her yıl daha azalarak, zaman aşımı için gereken süreci tamamlamak için oyalamalarla ertelenen dava takvimini takip ediyorlar. Davayı ve acımızı sırtlanan dernekler artık unutturmamak için en çok yıl dönümlerine odaklanıyorlar. O kadar emeğe yıl dönümlerinde bile birkaç cılız satır, özel bazı gazetelerde haberler ve birkaç köşe yazısı. Aileler kırgın, yılgın. Evladını yitirmiş analar, babalar evlat özlemiyle yaşlandı, o acıyla hakka yürüyenler oldu. Duruşma salonlarında aynı simalar azalarak buluşuyor. Çoğu zaman birkaç dakika içinde ayrılmak için.

“Yalnızlık belki de gece yarısı
Işık sızan bir penceredir ama,
Kimi zaman da bozkırda
Çıplak dağlarda,
Yerde yatan bir taştır
Yorgun ağırlığıyla.

Yalnızlık kale kapısında
Fındık kabuğunda,
Atılmış bir ayakkabıda çöpler arasında,
Kozasında ipekböceğinin,
Gergin bir örümcek ağında,
Ama daha çok oteldedir
Küçük bir taşra kasabasında.”*

Davamız yalnızlaştı, yalnızlığımız ‘kale kapısında’ kalabalıklaştı. Sızlanmıyorum, yorgunlara sitem etmiyorum. Çok yorgunum ben de. Sitemim varsa kendimedir. Yetemiyoruz ve yıllar akıyor. Öte yandan her yıl, ya da hiç olmadık bir zamanda o kocaman aile elimden tutuyor, sesleniyor. Silkiniyorum, ‘bugünden yarına birazcık umut saklıyorum’.

Yüzleşme ve toplumsal belleğin öneminden bahsederken en önce kendimizle, gerçeğimizle de yüzleşelim diye yazıyorum bu satırları. Geçmiş önce kendi belleğimizdedir ama aktarım,belleğinde iz olanlarla başlar, okullarda öğrendiklerimizle, tarihsel gerçekliklerle birleşerek yarınlara kalır. Mekânlar, kamusal alan, medya, sosyal medya ve sosyal çevre paylaşımları geçmişle geleceğin bağını oluşturur. Yazılı tarih –bilinçli bir tercihle kimi zaman aktarılmayan, hatta yeniden yazılan- sözlü tarihle iç içe geçer, kamusal alanda ve sosyal hayatın içinde yer bulursa gerçek yüzleşme gerçekleşir. İyileşme başlar. İyileşme önce birincil özne olan yaralılar, sonra toplum ve esasında kötülük içindir. Çocuk yaşta bilinçtemerhamet ve sevgiyle şekillenecek olan iyilik, kötülüğün şiddetsiz ve törensiz ölümünü gerçekleştirir. Çoğalarak döndüm Almanya’dan.

Büyük acıları yaratan, yıllar içinde o acıların altında ezilen, gerçek bir yüzleşme için yasalar koyan, sayısız projeler üreten, eğitimle kuşakları bilinçlendiren Alman toplumunda ırkçılık, nefret silinmiş mi bugünden? Hayır. Ama kötülük cezasız değil ve bunu da toplumun, medyanın, kamuoyunun bilincine, duyarlığına baskısına borçlu. Kötülük elini kolunu sallayarak gezemiyor ve her geçen gün yeni yüreklerde savaşını kaybediyor, gömülüyor karanlığına.

Akan sudadır yalnızlık,
Adak ağacında;
Issız bir yamaçta
“Sallanan renkli çaputlarıyla.
Her biri bir başka dert simgesi,
Sessiz yatırdadır yalnızlık,
Devrik bir mezar taşında.

Eski bir konsolda, kendine âşık
Ve saat tıkırtısında,
Uğuldayan rüzgârdadır
Dallar arasında,
Bir kadeh rakının
Puslu beyazlığında,
Yalnızlık asıl yürektedir ama.”*

Yalnızlık Almanya’dan başlayan bir toplumsal bellek projesiyle Avrupa’nın tüm kentlerinde yerde bir kaldırım taşında. Asfalt rengi gri taşlar arasında parlayan bir pirinç taşta en çok ölüm az da olsa özgürlük ve yaşam yatıyor. Başınız öne eğik yürürken birden bire adımlarınız arasında “sendeleme taşı”yla karşılaşıyorsunuz. Yahudi olduğu için evlerinden toplanan herkesin, alındığı evin önünde bir taşı var. Adı ve kaderi yazılı üzerinde. Bu projeyi ilk kez Anadolu Kültür Vakfı’nın düzenlediği bir yüzleşme çalışmasında proje sahibi vakfın temsilcisinin sunumuyla öğrenmiştim. Aynı toplantıda beni çok etkileyen Olimpo Garajı’nın, Fas’ta bir işkence karakolunun kamusal hafıza merkezlerine dönüştürülme öykülerini de dinlemiştim. Bu çalışmayı olanaklı kılan kişi Osman Kavala’ydı. Yüreğindeki insan sevgisiyle buluşan aydın sorumluluğunun onu kindarların hedefine koyuşu elbette tesadüf değil. Suçu insan olmak, hissetmek, yanlışa başkaldırmak. Bizim hâlâ böyle yüzleşme projelerimiz, mekânlarımız yok. Madımak oteli Kültür Bakanlığı’nın kendi tercih ettiği şekilde yıllarca öylece durdu. Kimileri altında kebapçı oluşuna içerledi. Yıllar sonra da ‘bilim ve kültür merkezi’ tabelası ve içeriye de katillerle onların yaktığı kurbanlarının isimleri birlikte asıldı. Hukuk yetmedi kaldırtmaya, çığlık yetmedi. “Babamın adını derhal kaldırın oradan“ dediğim için işimden attırıldım. Bu yıl 29 yıl sonra hiçbir açıklama yapılmaksızın, sessiz sedasız o isimler kaldırıldı. Kuru bir basın bülteniyle de duyuruldu. Ne bir resmi açıklama, ne bir özür, ne bir pişmanlık, ne bir duygu.

Neden?

Sormalıyız neden? Neden ve neden şimdi? Elinde benzin bidonu olan katilin devletin en üst kademesindeki tek kişinin talimatıyla bir günde salınışına itiraz etmeyen devletin hâkimleri; her yıl anma etkinliğini bir zulüm vesilesi olarak yasaklayan, acılılara meydan okuyan, eziyet eden devletin valisi; bu ülkenin öldürülmüş aydınlarının isimlerini meydanlardan, sokaklardan kaldırtan iktidarın belediyelerideğişti mi? Katilin bu tuhaf afla, ayan beyan salınışına isyan sadece sosyal medya satırlarında kalmadı mı? Ne değişti? Buisimlerin bu şekilde kaldırılması sadece isimler asılıyken “hükümeti eleştirenlere izin vermem, gereğini yaparım”tehdidini savuran valiyle beraber ailelerin bir kez bile adım atmadığı o sahte anıta karanfil koyan şuursuz ve temsil ettiği kentin acılarına duyarsız bir muhalefet vekililin işine yaramış olsa gerek. Buyursun girsin koysun karanfilini. Biz o mekânı tanımıyoruz.

Gerçek bir yüzleşme için önce hukuk önünde gerçek suçluların yargılanacağı ve hesap vereceği adil yargılama bekliyoruz. Madem isimler kaldırıldı şimdi 2 Temmuz’da vahşilerin üzerinde tepinerek parçalara ayırdığı Pir Sultan Abdal heykelinin aynı yere yerleştirilmesini bekliyoruz. İsimleri kaldırtan vali bunu da yapabilir, yapmalıdır? O zaman sisteme rağmen “devletin bazı vicdanlı valileri de varmış” diyebiliriz. Otelin olduğu yere doğru bir projeyle bir hafıza merkezi yapılmasını talep ediyoruz. Bu ülkenin 1915 Ermeni kıyımı, Dersim, 6/7 Eylül pogromu, Maraş, Çorum, Gazi, Roboski, Gezi, Ankara katliamları, Cumartesi Anneleri’nin kayıpları, darbe dönemlerinin işkenceyle alınan canları, faili meçhul bırakılmış tüm aydın cinayetleri gibi sayısız acısını içeren bir utanç müzesi istiyoruz. “Ucube” denilerek zorla kaldırılan insanlık anıtını kaldırıldığı yerde görmek istiyoruz. İç hukuk yolları tükenmesin diye, AİHM yolu tıkansın diye 2012’den beri anayasa mahkemesinde kapağı açılmadan bekletilen “zaman aşımı” itirazımızın artık karara bağlanmasını bekliyoruz.

30.yıl için Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu öncülüğünde çok önemsediğim bir hafıza ve bellek projesi başlatıldı. Arşiv ve sözlü tarih çalışması, bir belgesel ve sanal müze ayaklarıyla ilk kez bu kadar kapsamlı bir bellek çalışması yapılacak. Bu çok önemli. Böyle çalışmaların çoğalması en büyük dileğim. Ancak dediğim gibi gerçek yüzleşme için hukuk şarttır. Bu çalışmalar hukukun işlemesi için gerekli olan toplumsal bilince de katkı sunacak. En çok tüm acılar için emsal niteliğinde olmasıyla ve insanlık suçlarında, devam eden tek katliam davası olması nedeniyle Madımak davasını 30.yıla girdiğimiz süreçte zaman aşımı için kalan 11 ayında görünür kılmak önemli. Bunun için tüm kamuoyuna sesleniyorum.Yeniden her duruşma salonunu doldurmaya, her adımı izlemeye, haber yapmaya ve “insanlık suçlarında zaman aşımına HAYIR” demeye var mısınız?

Çünkü bu dava biz bitti demeden bitmez. Varsınız biliyorum. Çünkü 29 yıla rağmen yüreklerde ilk gün gibi acısını taşıyan canlarla kucaklaştım. Dost bildiklerime şaşarken, tanımadığım dost yüreklerden gelen sayısız mesajınızla iyileştim.

“Işık sızan bir pencere olabilmişsen,
Bozkırda çıplak dağlar,
Fındık kabuğu, kale kapısı,
Yerde duran kara taş
Ve atılmış ayakkabı çöpler arasında;
Hem kalabalık,
Hem de yalnızsın bana kalırsa.

Saymaya gerek yok gerisini,
Söylendi ve kesildi.
Ama ben tarttım kendimi,
Bastırdım elimi göğsüme;
Kentleri düşündüm, yoksul köyleri
Ve kendimi biraz da
Pıhtı bir gecede dostlardan uzakta.”*

Zeynep Altıok Akatlı
Temmuz 2022 / Urla

*Metin Altıok / Yalnızlık