Buradaki eylemleri işçi intiharı olarak değerlendirmek de durumu dar kapsamlı görmemize yol açar. Esasen bu durum ‘geçinemiyoruz’ çığlığıdır. İzmir’de hakkını isteyip soyunan işçi, bankaya ateş eden çiftçi ve taş atan işçi ile Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafını indiren işsiz de aynı talepleri istemektedir. Bu anlamda ‘geçinemiyoruz eylemleri’ demek daha doğru olacaktır

Açız, işsiziz, geçinemiyoruz

Murat Çakır - İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Üyesi

2018 yılında emek hareketinin önemli bir gündemini işçi intiharları oluşturuyor. Basında pek yer bulamasa da bu eylemler işçiler arasında yankı buluyor ve yaygınlaşma eğilimi gösteriyor. Konu ile ilgili belli değerlendirmeler de yapılıyor kuşkusuz. Ancak gözlemleyebildiğim kadarıyla işyeri intiharları ile işçi intihar eylemleri birbiriyle karıştırılıyor. Aralarında geçirgenlik olduğu kuşkusuz ancak birbirinden ayrı ele alınması gereken iki olgu var karşımızda. Birisi ‘iş cinayeti kapsamında değerlendirilmesi gereken işyeri intiharları’ diğeri ise ‘işçilerin özsavunma eylemi olarak işçi intihar eylemleri’.

İşyeri intiharları
Türkiye’de düşünsel ve yazınsal anlamda yeterli düzeyde bir çalışma bulunmuyor. Bu noktada arkadaşım Zehra Koçyiğit’in Japonya örneği üzerinden yaptığı çalışmadan yararlanarak konuyu ele almaya çalışacağım.

İşe (fazla ve aşırı çalışmaya) bağlı olarak ortaya çıkan intihar, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Japonya’da görülmüş ve ‘karojisatsu’ kavramı ile tanımlanmıştır. Karojisatsu, işçinin fazla-aşırı çalışması sonucunda muhakeme yeteneğini kaybetmesi ve genellikle depresyona girmesi sonucunda meydana gelen intihar girişimidir. Bu intiharın fazla-aşırı çalışmaya bağlı olarak gerçekleştiğinin kanıtlanması için işçinin, intihar öncesindeki çalışma saatlerinin şu özelliklerden birinin ya da bir kaçının birlikte olması gerekmektedir:

• Günde 10-16 saat arasında çalışmış olmak,

• 4 hafta üst üste ortalama 65 saat ve üzerinde çalışmış olmak,

• 8 hafta üst üste 60 saat ve üzerinde çalışmış olmak…

1970 sonrasında uygulanan neoliberal kapitalist politikalar sonucu günde 12 saati geçen uzun çalışma süreleri, ağır ve aşırı çalışma, yoğun çalışma, iş baskısı, geçici işlerde çalışma, tele çalışma, iş stresi, düşük ücret, ücretsiz fazla mesai, performans sistemi vb. gibi çalışma koşulları işçilerin yaşamını ciddi olarak tehdit etmeye başlamıştır.

İşe bağlı intiharlar uzun mücadeleler sonucu ilk olarak Japonya’da iş cinayeti olarak kabul edilmiştir. Japonya Anayasa Mahkemesi’ne taşınan ilk örneği de ‘Dentsu Karojisatsu Davası’dır. Dentsu şirketinde çalışan bir işçi uzun, yoğun çalışma saatleri ve bunun doğurduğu zihinsel, fiziksel ve sosyal tükenme sonucunda, 1991 yılı Ağustos ayında intihar etmiş, ailesi işyerine dava açınca uzun çalışma saatleri ile intihar arasındaki ilişki Japonya’da yasal olarak kabul edilmiştir.

İşe bağlı intihar girişiminde bulunmadan önce kişilerde depresyon, tükenmişlik sendromu, kronik yorgunluk ve muhakeme yeteneğini yitirme gibi zihinsel belirtiler görülmektedir. Bu belirtilerin beraberinde işçilerde baş ağrısı, mide ağrısı, ishal, kabızlık, hafif ateş gibi fiziksel belirtiler de ortaya çıkabilmektedir. İşçilerin hiçbir sosyal faaliyeti yoktur, bütün zamanlarını çalışmaya vermişlerdir. Ortak özelliklerine baktığımızda ise; çalışma yaşamındaki herkeste görülebilmekte, günde 11 saat ve üzerinde çalışma, uzun süre ve tatillerde dahi çalışma, yoğun iş stresi olan işçilerde görülmektedir.

Fransa’da 2007 yılında Renault ve Peugeot araba fabrikalarında, Avustralya’da telekomünikasyon işçilerinde çalışma ile ilişkili olduğu düşünülen intiharlar görülmektedir. Fransa’da 2008-2010 yılları arasında France Telecom şirketinde çalışan 34 işçi ardarda intihar etmiştir. Yine Çin’de iPod, iPhone ve iPad üreten Foxconn fabrikasında işe bağlı intiharlar o kadar çoğalmış ve dünya basınına yansımıştır ki Apple firması “İntihar etmeyeceğim kendime iyi bakacağım” diye yazılı taahhüt almaya başlamıştır. Tabi ki bu örnekler buzdağının sadece görünen bir kısmıdır.

Bu noktada Türkiye’deki işyeri intiharlarının işkollarına, nedenlerine vb. bakmak önemli. Yasalarımıza göre işyeri içinde gerçekleşen her intihar, nedeni ne olursa olsun ‘iş cinayeti’ kapsamındadır. Hem yasal mevzuata uyarak işyeri içinde (işe bağlı olan-olmayan) gerçekleşen hem de işyeri dışında salt işe bağlı intiharları değerlendirmeliyiz.

İSİG Meclisi açıklamalarına göre 2013 yılında 15 işçi, 2014 yılında 25 işçi, 2015 yılında 59 işçi, 2016 yılında 90 işçi ve 2017 yılında 89 işçi intihar ederek yaşamını yitirdi. Japonya, Çin, Fransa, Avustralya vb. aksine ülkemizde işyeri intiharları sanayi işçileri yoğunluklu değil hizmet işkolu, çiftçi, inşaat işçisi ve işsiz intiharları yoğunluklu olarak gözükmektedir. Yine intiharların çoğunun nedeni bilinmemekle beraber bilinenler içinde üç ana neden borç, mobbing ve işsizliktir. Tabi ki bu durum güvencesiz çalışma koşullarının artmasıyla beraber derinleşmektedir.

İşçi intiharları ya da geçinemiyoruz eylemleri
2018 yılında ‘Geçinemiyoruz’ haykırışıyla büyüyen bir gerçek var. Aklıma gelen ilk işçi intihar eylemlerini sıralıyorum:
• 2013 yılında Sinpaş Altınoran inşaatında 3.kattan düşen Sıtkı Aydın’a patron tarafından yalnızca 200 TL verildi. 5 senedir mahkeme devam ediyor, 6 hâkim değişti. İşsiz kaldı. Bu süreçte ihtiyaçları için 30 bin TL kredi çekti. Sonunda TBMM önünde kendini yaktı...

• Balıkesir Belediyesi önünde kendini yakan işsiz Mustafa Birgül: ‘Öyle yapıyorum olmuyor böyle yapıyorum. Taş taşıyayım, çöpçülük yapayım ama işim olsun. İbreti âlem olsun diye kendimi yaktım…’

• Sivas’ta işsiz olduğunu ve geçinemediğini söyleyen 38 yaşındaki Mevlüt A, kent meydanında kendini yakmaya çalıştı...
• İstanbul›da simitçilik yapan İbrahim A. Bakırköy›de 5 katlı bir bankanın çatısına çıktı. İntihara kalkışan simitçi polislerden çay, yağ şeker ve Karabük için otobüs bileti gibi isteklerde bulundu…

• Antalya’da Büyükşehir Belediyesi’ne ve Valiliğe iş için başvuruda bulunan ancak reddedilen yüzde 40 engelli raporu olan 44 yaşındaki M.N.Y., üzerine benzin döküp kendini yakmak istedi...

• Bursa’da borçlarını ödeyemeyince sinir krizi geçiren 26 yaşındaki simitçi İ.A. ambulansla Mudanya Devlet Hastanesi’ne getirildi. Sakinleştirici iğne vurulmak istenirken kaçarak hastanenin çatısına çıktı. Vücudunu jilet ile keserek intihar girişiminde bulundu...

• Sakarya’nın Hendek ilçesinde işsiz olduğu için bunalıma giren 30 yaşındaki iki çocuk babası Ö.A., AKP İlçe Başkanlığı’nın da bulunduğu binanın çatısına çıkarak intihar girişiminde bulundu...

Yine benzer kapsamda değerlendirilmesi gereken başka eylemler de var:

• İzmir Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü önüne giden işçi Battal Sağır, üzerindeki kıyafetleri bina önüne fırlatarak ‘İşçiyim ben, aç işçi! Benim hakkımı savunmuyorlar, patronun avukatlığını yapıyorlar’ dedi…

• Bolu’da işsiz Nihat Yıldıran belediye binasında asılı Tayyip Erdoğan brandasını ‘Açım aç’ diye bağırarak indirdi...

• Mersin’in Tarsus ilçesinde bir çiftçi, tarım arazisine haciz koyan Ziraat Bankası Merkez Şubesi’ne silahla ateş açtı. Çiftçi polis merkezine giderek teslim oldu.

• Çalıştığı fabrikada işten çıkarılan 31 yaşındaki S.Ö. borçları nedeniyle kredi vermeyen Yapı Kredi Bankası’nın camlarını kırdı...

İşyeri intiharlarında işçi yaşamına son verirken koşulların getirdiği ciddi sağlık sorunları söz konusudur. İşçi muhakeme yeteneğini kaybetmiş durumdadır ve çaresizlik hâkimdir. İşyeri intiharlarının hepsinde tek başına dışa kapalı bir canına kıyma durumu söz konusudur. İşçi intiharları vb. eylemlerde ise bir pazarlık ve direniş söz konusudur. İşçi, yaşamına karşılık devletten asgari güvence istemektedir. Temel asgari güvence ise 1848’de işçilerin örgütlü olarak talep ettiği ‘çalışma hakkı’dır.

Buradaki eylemleri işçi intiharı olarak değerlendirmek de durumu dar kapsamlı görmemize yol açar. Esasen bu durum ‘geçinemiyoruz’ çığlığıdır. İzmir’de hakkını isteyip soyunan işçi, bankaya ateş eden çiftçi ve taş atan işçi ile Cumhurbaşkanı’nın fotoğrafını indiren işsiz de aynı talepleri istemektedir. Bu anlamda ‘geçinemiyoruz eylemleri’ demek daha doğru olacaktır.

Türkiye’de durum ve yeni sendikal eylem
Forbes Dergisi’nin ülkemizin en zenginlerini açıkladığı gün, Adana’da 81 yaşındaki bir kadın ödeyemediği su borcu yüzünden kapatılan sayaçtaki mührü kırdığı için gözaltına alındı. Esasen bu cümle Türkiye’nin özeti. Bir yanda zenginlerin tıkırı yerindeyken diğer yanda temel ihtiyaçlarını gideremeyen yoksullar söz konusu. Yine de birkaç bilgi daha paylaşalım:

• Asgari ücretin 1604 TL olduğu ülkemizde Türk-İş dört kişilik bir ailenin açlık sınırını 1637 TL ve yoksulluk sınırını ise 5331 TL olarak açıkladı…

• İktidarın ekonomi yüzde 11 büyüdü dediği ülkemizde DİSK 6 milyon işsiz olduğunu açıkladı. Yani her evde bir işsiz var…

• Sürekli olarak sıfır kaza vb. söylemlerin Bakanlar tarafından dile getirildiği ülkemizde 2017 yılında en az 2006 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi…

Hal böyleyken sendikal hareket ne ücret ne işsizlik ne de iş cinayetlerine karşı bir politika geliştirebiliyor. Güvencesiz çalışma koşulları ve onun çıplak sonuçlarını değerlendiremeyen ve bir eylem hattı öneremeyen sendikal hareket OHAL ile birlikte tamamen nakavt oldu. Kadın, çocuk, göçmen, yaşlı gibi bileşenleri kapsayamayan sendikal hareket geleneksel olarak son kalan kamu işçilerine ve kısmen büyük ölçekli işletmelerde olan toplu sözleşme mücadelesine daralmıştı. Ancak OHAL’le beraber grev ertelemeleri, artan enflasyon, işçi sınıfının çekirdeğini oluşturan TİS hakkına sahip işçilerin iş cinayetlerinde oransal olarak artan ölümleri ve eşitlik-özgürlük-barış konusunda sessiz kalınması ya da yeterince ses çıkarılamaması bu nakavtı tescilledi.

Türkiye’de 1960’lardan beri süregelen sendikal hareketin bittiğini söylersek yanlış olmaz. Tam da bu noktada işçiler ilksel özsavunma eylemleri gerçekleştiriyor. Bunlardan birisi de son ‘geçinemiyoruz’ eylemleri. İşçiler ‘çalışma hakkı’ için ‘borçlarının ödenmesi ya da ödeme kolaylığı sağlanması’ için ‘hukuksal haksızlıklar’ kimi zaman ise ‘çay, yağ, şeker ve otobüs bileti’ için isyan ediyorlar, bizzat devletle bireysel pazarlık yapıyorlar, direniyorlar.

Bize düşen görev ise işçilerin bu ilksel tepkilerini de anlayan ve bir yol gösteren örgütlenme, birlik ve dayanışma hattını yani yeni sendikal hattı oluşturmak olmalıdır. Tabi ki işçi sınıfının evrensel değerleri olan eşitlik, özgürlük, kardeşlik ve barış bayrağını da tutarak. Yani yaşamak ve yaşatmak için örgütlenmeliyiz.

Son olarak sözü tekrar TBMM önünde kendini yakmaya çalışan Sıtkı Aydın’a bırakalım. Hastaneden taburcu olduktan sonra İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatı ile Gebze’de bulunan Güzeller Sanayi Sitesi’nde fidecilik işinde çalışmaya başladığını söyleyen (yani yukarıda belirttiğimiz gibi canı pahasına devletle pazarlık yapan) Aydın kendisine verilen 2 bin liralık ücretle geçinemediğini ve mağduriyetinin giderilmediğini söyledi: “Bu zamanda 2 bin lira ile kim geçinebilir. Zaten kiralar bin liradan aşağı değil. Bu para ile yaşamam için gecekondu, derme çatma bir evde yaşamalıyım. Onun dışında bu para yetmiyor… Ben bugüne kadar binlerce ev yaptım ama bir evim dahi olmadı. İşçiler çalıştıkları halde haklarını alamıyor. Ya da iki üç ay gecikmeli olarak ücretlerini alabiliyorlar. İşçi dünyası bir ayağa kalksa, tüm sorunları çözülür.” Bu sözler yeni bir sendikal hatta olan ihtiyacı da dile getirmiş oluyor.