Türkiye 19 yıldır AKP tarafından yönetiliyor. Bugün gelmiş olduğumuz nokta itibariyle Cumhuriyet tarihinde şimdiye kadar görülmemiş büyük sorunlarla karşı karşıyayız.

Bir tarafta ekonomik sorunların perişan ettiği milyonlarca insan, diğer tarafta Saraylarda yaşayan yönetici sınıf…

Bir tarafta hukuk sistemine inancını yitirmiş bir toplum, diğer tarafta duruşması öncesi mahkeme hâkimi ile kutlamalara katılan müteahhitler…

Bir tarafta korona salgını için aşı sırasını bekleyen milyonlar, diğer tarafta üçüncü doz aşısını olduğunu kameralar önünde rahatlıkla söyleyebilen iktidar sahipleri…

Bir tarafta işyerleri 15 aydır kapalı olduğu için perişan halde hayatta kalmaya gayret eden müzik sektörü çalışanları, diğer tarafta Saray kokteyllerinde boy gösterdikleri için kamu kaynaklarından yüzbinlerce lira ödenerek kimsenin izlemediği konserlere davet edilen “şarkıcılar”…

Bir tarafta kredi borcunu ödeyemediği için traktörüne haciz konulmasını gururuna yediremediği için intihar eden çiftçiler, diğer tarafta Ziraat Bankası’ndan kendisine “temin edilen” 750 milyon dolar krediyi ödemediği halde “saygın iş insanı” olarak aramızda dolaşan patronlar…

Bir tarafta açlık sınırı seviyesinde bir gelire tekabül eden asgari ücretle hayatta kalmaya çalışan milyonlar, diğer tarafta gemi filolarının büyüklüğü parmak ısırtan “mahdumlar”

Bir tarafta henüz iş bulamadığı ve bu nedenle bir geliri olmadığı için “devletten almış olduğu” öğrenim kredisini ödeyemediği için icralık olan milyonlar, diğer tarafta ödemedikleri kredileri sürekli “yeniden yapılandırılan” büyük iş insanları…

Bir tarafta iş bulma ümidini kaybettiği için iş arama gayretine bile giremeyen milyonlar, diğer tarafta 3,4,5 yerden maaş, huzur hakkı, kar payı alan bürokratlar…

Bir tarafta kapanan işyerleri, diğer tarafta offshore ülkelerde şirket kuran siyasetçi yakınları…

Bir tarafta maaşı henüz eline geçmeden vergisi kesilen ücretli çalışanlar, diğer tarafta vergi borçları sürekli yenide yapılandırılan iş dünyası…

Bir tarafta bütün bunlar yaşanırken, diğer tarafta “açları biraz da siz doyurun” diyen iktidar sahipleri…

Anayasasında “sosyal devlet” olduğu yazılı bir ülkeyi yöneten bir siyasetçinin “aç olarak dolaşanları buyurun siz de doyuruverin” sözünü söylemiş olması kabul edilemez! “Aç doyurmak” ifadesi sosyal devletin olduğu yerlerde telaffuz dahi edilememeli.

Vatandaşının temel ihtiyacını karşılayacak destek sunmak iktidarın birincil görevi olmalıdır. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ifadesini dillerine pelesenk eden siyasetçiler, konu gerçekten insanı yaşatmaya gelince sorumluluktan kaçmaya çalışıyorlar.

Ama siz onların sorumluluktan kaçmalarına izin vermeyin, demokratik yollardan hesap sorun.

Unutmayın, insanların açlığı sadece ekmeğe değil, adalete, hukuka, ifade özgürlüğüne, fırsat eşitliğine, bilimsel eğitime, özgür basına, özerk üniversiteye, iş güvenliğine de yönelik.

Vatandaşın istediği, demokratik bir hukuk devletinde olmasını arzuladığımız tüm bu konulardaki taleplerin karşılanmasıdır.

Yöneticiler “endişe etmesin,” bu toplum bir kuru ekmek ile bile hayatta kalabilir, ama özgürlükleri kısıtlandığında, kendisini ifade etmesine fırsat verilmediğinde, anayasal hakları ihlal edildiğinde hayatta kalamaz.

Eğer hala “insanı yaşat ki” diye başlayan cümleler kurmak istiyorlarsa, bu ülkenin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olmasının önünü açmalıdırlar.