“Sebeplerin farkındayım Don... Olabileceklerin farkındayım... Ama harekete geçeceğim, hiçbir şey yapmadan beklemeyeceğim...”

IRA lideri Bobby Sands ile yoldaşı Papaz Don arasında (Hunger-Açlık filminde) geçen uzun diyalogda Sands, neden bedenini son savaş alanı olarak gördüğünü anlatıyordu.

Bobby Sands açlık grevini sürdürdüğü sırada, Nisan 1981 seçiminde İngiliz Parlamentosu’na Sinn Fein’den milletvekili seçildi. Açlık grevinin 66. gününde öldü. Başlattığı açlık grevi yedi ay sürdü, dokuz kişi daha hayatını kaybetti. İngiliz hükümeti Bobby Sands’ın başlattığı bu eylem ile mahkumların tüm taleplerini kabul etti.

Hapishaneler üzerine çalışan, Bobby Sands’in biyografisinin de yazarı olan İrlandalı sosyolog Denis O’Hearn ile 9 yıl önce yine açlık grevleriyle ilgili konuştuğumuzda, “Cezaevlerinde tecrit uygulaması tüm dünyada artıyor. Türkiye’deki mahkum profili, siyasi direniş kültürü bakımından, İrlanda’dakine benziyor. Ortak yönleri, cezaevlerinde rutin işkence ve kötü muamelenin devam etmesi” demişti.

Şimdi durum onun bahsettiğinden de kötü, hem içeride hem dışarıda. Öncekilerde talepler çoğunlukla hapishane koşullarına dairdi ve meşru ancak henüz kanuni olmamış hakların kazanımı içindi. Şimdi ise açlık grevindekiler aslında mevcut kanunların uygulanması için eylemde ve taleplerin bunca geri düşmesi hal-i pür melalimizi de anlatıyor.

Toplumda adalet duygusunun tesisi bu şartlarda mümkün değilken, en temel haliyle varolan hukuk ve kanunlara göre “adil yargılanmayı” talep eden Mustafa Koçak, ÇHD’li avukatlar ve Grup Yorum’dan müzisyenler “Bu, hepimiz için özgürlük kavgası” diyerek açlık grevinde.

Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile avukatlar Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Barkın Timtik, Ebru Timtik, Engin Gökoğlu, Ayşegül Çağatay ve Oya Aslan açlık grevine neden girdiklerini şöyle açıkladı:

Bize diyorlar ki; “Çaresizsiniz!”

Çaresiz miyiz? Hak aramanın bütün yolları tükendi mi?

Yani artık biz, topraklarımız delik deşik edilip zehirlendiğinde, suyumuz kurutulduğunda, havamız kirletildiğinde tekelci sermayeye karşı halkın avukatlığını yapamayacak mıyız?

“Depreme teslimiyet gösterin” diyenlere “suçlusunuz” diyemeyecek miyiz?

Çocuklarımızın tarikatların elinde oyuncak edilmesine, geleceklerinin ve dünyalarının karartılmasına, yakılmasına ses çıkarmayacak mıyız?

İşsizliğe mahkûm edilen işçinin, hakkını arayan emekçinin omuz başında duramayacak mıyız?

12 Eylül zindanlarında duvarlara şöyle yazarlardı; “Burada Allah yok!” Amaçları kişinin dua etme “çaresini” bile elinden almaktı. Bugün aynı politika devam ediyor. Halka “çaresizsiniz” diyorlar. Bize “elinizden bütün mücadele araçlarını aldık”, “teslim olun”, “çareniz kalmadı” diyorlar.

Direnen, teslim olmayan çaresiz kalmaz.

Denis O’Hearn, “Bana ‘Bobby Sands hakkında öğrendiğin en önemli şey nedir?’ diye sorulduğunda, cevabım oldukça basit: Onun açlık grevinde nasıl öldüğü değil; nasıl yaşadığıdır” demişti.

Şimdi açlık grevinde olanların nasıl yaşadığı yukarıdaki satırlarda yazıyor, iktidardakilerin nasıl yaşadığı da hep hafızamızda olacak.