Dış güçler saldırıyor, stokçular hainlik yapıyor filan derken yine aynı noktaya geldiler. Çünkü şimdi aç bıraktıklarının, mallarına, canlarına kastettiklerinin sabırlarının taşmasından, kendilerini sandıkta sınamasından çok korkuyorlar.

Açlık müjdesi

Şaka değil, ironi değil, ayniyle vaki.

Bakara suresinden alıntı yaparak “Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınarız. Sabredenleri müjdele!” dediler.

Böyle deyince bize de “işte siyasi İslam budur ve işte iktisadi İslam budur” demek düşmez mi? Siyasi kısmının korkutma ve candan eksiltme, iktisadi kısmının maldan ve ürünlerden eksiltme ve açlık olduğu bir rejimde yaşıyoruz nitekim. Dış güçler saldırıyor, stokçular hainlik yapıyor filan derken yine aynı noktaya geldiler. Çünkü şimdi aç bıraktıklarının, mallarına canlarına kastettiklerinin sabırlarının taşmasından, kendilerini sandıkta sınamasından çok korkuyorlar.


Geçen ay ne demişlerdi? “Felaket tellallarına prim vermeden Türkiye'yi üretim, ihracat, yatırım ve istihdam temelleri üzerinde yükseltmeyi sürdüreceğiz.” Ama resmen ve alenen açlık müjdesi, felaket müjdesi de verilen bir yerde yine bize sadece fukaralık düştüğünde “açııız!” diye fukaralık edebiyatı, felaketlere maruz kaldığımızda “felaket vaaar!” diye felaket tellallığı yapmayalım de ne yapalım!

Dünya “pandemi krizinde” deyip, başımıza gelenleri, zulüm, eşitsizlik ve vahşi sömürü ile değil de sadece dış güçlerle filan açıklayacağız ve edebiyat değil de “tahlil” mi yapmış sayılacağız? Aman fukaralık edebiyatı yapıyor demesinler diye insanları aç bırakan sömürü düzeninin çarkına tükürmeyecek miyiz? Elbette bugün, solcu olabilmek, insan kalabilmek, bıkmadan usanmadan açlıkla mücadele etmektir, “açlık vaaar, yoksulluk vaaar” diye bunların sebeplerini teşhir etmektir ve öncelikle bu felaketlerden kurtulmak için siyaset yapabilmektir.

Anketleri ve AKP’nin eriyen oylarını seyretmekle yetinmeyelim, dolar karşısında eriyen lirayla birlikte eriyip bitmekte olan bedenleri hep konuşalım ki öfkemiz ve çarelerimiz erimesin. Halkı aldatıp, çifte maaş alıp, “hep bana Rabbena” demekten başka bir şey yapmayanların tepemize çöreklendiğini haykıralım. Sadece açlık ve yoksulluk değil, tarikat yurtlarında çocuk istismarları, kadın cinayetleri felaketleriyle yüz yüze olduğumuzu unutturmayalım.

AKP sayesinde insanlar dine sığınıyorlarmış ve bu inançları sayesinde hayata tutunuyorlarmış! Oysa asıl felaket aç insanların “inançlarını” da yemesi değil midir? Yiyorlar işte, yediler işte… Sokaklarda, pazar yerlerinde AKP’ye oy vermiş olanlar bile çöpten ekmek ararken başka ne yapmış oluyorlar?

Bunları söylemek felaket tellallığıymış! İyi de bizlere felaket tellalları diyenler muhabbet tellallarını “hayırsever iş adamı” diye yutturmaya kalkmamışlar mıydı? Mesela şimdi yine manşetlere çıkan Rıza Sarraf nam-ı diğer Reza Zerrab öyle değil miydi? ABD’de tutuklanan ve itirafçı olduktan sonra tahliyesi müjde edilen Reza Zarrab’ın Miami’deki yeni lüks hayatı objektiflere takılmış! Belli ki sabredip “sınavları” geçmiş. Buradaki eski telefon kayıtlarında “bir muhabbet, bir muhabbet” derken, bir bakmıştık, herifler, affedersiniz, işi resmen muhabbet tellallığına dökmüşlerdi. Şirretlikleri şirazeden çıkmıştı. Günah işleme özgürlüğü var, rüşvet değil himmet var bile diyebilmişlerdi.

Unutmayalım, o günlerde Rıza Sarraf’tan aldığı “hediyelerle” günah işleme özgürlüğünü kullandığı iddia edilen ve yukarıdaki Bakara suresiyle de “bakara-makara” diye dalga geçen Egemen Bağış şimdi de devleti ve Cumhurbaşkanını temsilen Prag Büyükelçisi olarak görev başında. Pudra şekerlerini de unutmayalım.

Aslında kurdukları her yeni cümleyle yeni bir şeyi itiraf etmiş oluyorlar. Kuran’dan ayet okurken açlık olduğunu, “yeni ekonomi modeline geçiyoruz” müjdesini (!) verirken bugüne dek yaptıklarının bir işe yaramadığını ilan ediyor ve yol açtıkları kendi felaketlerinin de tellallığını yapmış oluyorlar.

Elbette en sinsi ve tehlikeli felaket tellallığı biz ne yaparsak yapalım bunlar gitmezler tellallığıdır. Onların korkutma ve candan eksiltme, maldan ve ürünlerden eksiltme ve açlık rejimlerinin önlenemeyeceğini baştan kabullenmek, onların yenilmez olduğunu ilan etmektir. Oysa yaşayarak görüyoruz, özellikle yerel seçimlerden sonra gündem belirleme kabiliyetleri neredeyse ortadan kalktı. Kendi yarattıkları felaketler üzerinde debelenmekten başka bir iş bilmiyorlar.
Sabredenlere müjde veriyoruz diye avutuyorlar ya, asıl sabırsızlar verecek müjdeyi, onların çekip gittikleri müjdesini…