“(…) satın alma gücünü halkın eline vermek yerine, tahıl yetiştirilen toprakların başka bir kullanıma ayrılması, insanları sonsuza dek kitlesel açlığa mahkum etmek anlamına gelir. Açlık, satın alma gücünün eksikliğinden kaynaklandığından, toprak kullanımındaki bir değişiklik (…) doğrudan ve dolaylı olarak yarattığı toplam istihdamın daha yüksek olması halinde açlığı azaltabilir.” Prabhat Patnaik’e ait olan bu sözleri Monthly Review’da yayınlanan “Hindistan’daki büyük tahıl fazlasına rağmen insanlar neden açlık çekiyor?” başlıklı yazından çevirdim.

***

Kasım ayından bu yana Hindistan’da sürmekte olan çiftçi protestolarına istinaden yazılmış bir metin. Protestoların arkasında, Modi hükümetinin önerisi olan yasaların, çiftçinin kazancını düşürüp, tarımda daha fazla şirketleşmenin önünü açacağının haklı endişesi yatıyor. Patnaik, bu protestolara istihdamdaki düşüş, açlık ve ithalat/ihracat açısından iktisadi bir perspektifle bakıyor ve şu vurguyu yapıyor: “Köylülerin gelir yetersizliğinden yakınan, ancak bunu düzeltmek için mali araçların kullanılmasını istemeyen herkes, tamamen sahtekârdır, sadece köylüler için timsah gözyaşları dökerken, aslında, belki de istemeden emperyalist bir gündem taşıyordur.”

Makale başlığındaki haklı soruyu, yani tahıl fazlasına rağmen insanların neden açlık çekmeyi sürdürdüğü sorusunu pek tabi ülkemize de uyarlayabiliriz. İktidarın ithalattaki artışa yönelik eleştirilere karşı, ihracattaki artışa işaret etmesi üzerinden düşünüldüğünde örneğin, daha da önemli bir soru haline geliyor. Madem ihraç edecek fazlamız var, öyleyse bu ülkede açlık ve derin yoksulluk neden, nasıl azalmak yerine artmayı sürdürüyor?

***

Öyle görünüyor ki bunun sebebine tarımsal üretimden bakarsak, yerel üretime yönelik üreticiden yana politikasızlık ve ithalatın da ihracatın da, halkı değil, şirketleri beslemek için yapılıyor olmasında yatıyor. Kaldı ki, tarımda ithalat lehine düzenlemelerin tercih edildiği de aşikar. Patnaik’in yukarıya taşıdığım alıntıları da burada anlam kazanıyor. Açlık ve tarım arazilerinin işlev dışı kullanılması ve bunu yaparken ithalatın güçlendirmesi arasında doğrudan bir ilişki var, unutulmaması gereken.

Öte yandan son bir haftadır 8 Mart vesilesiyle paylaşılmaya başlanan çeşitli verilere bakınca, alım gücünü artırmaya yönelik köylü istihdamı ve tarım arazilerinin kullanımına ilişkin vurgusunu, kadınlar üzerinden düşünmemek işten bile değil. DİSK-AR’ın paylaştığı güncel verilerde, kadın istihdamının yüzde 26’ya düştüğü ve bu düşüşteki en önemli etkenin de salgın ile beraber kayıt dışı istihdamdaki düşüş olduğu ifade ediliyor.

***

Bu veriler, tarım arazilerinin kullanımı, istihdam, açlık, toplumsal cinsiyet eşitliği ve neoliberal politikalar arasındaki ilişki üzerine düşünmeye çağırıyor. Nitekim, La Via Campesina’nın geçtiğimiz hafta 8 Mart vesilesiyle yaptığı açıklamada bu perspektifle konumlanıyor. Açıklamada, sağlıklı gıda üretiminin ön saflarında bulunan kadınlara yönelik, ataerkil ve kapitalist sistemik şiddeti sonlandırma mücadelesine, gıda egemenliğine çağrı yapılırken; “Bizler göçmeniz, bekar anneleriz, tarım işçileri, balıkçılar ve çobanlarız, sömürülüyoruz” denilerek pandemi ile derinleşen sorunlara; düşük ücretli çalışma, kayıt dışı çalışma, güvencesiz istihdam gibi sorunlara dikkat çekiliyor.

O halde, yine Patnaik’in önerisinden hareketle bakarsak, tarımsal üretime ilişkin bu sorunlara sebep olan koşulların başını çeken toprağa erişim üzerine daha fazla düşünmeli; tarımsal üretimin ilk adımı olarak toprağa erişimin, üretim araçlarına erişim anlamına gelirken, toplumsal cinsiyet eşitliğinin tesis edilmesinde, sıfır açlık politikalarında, yeterli ve sağlıklı beslenmenin bir garantisi olarak politik, iktisadi ve sosyal eşitsizlikleri aşmada oynayabileceği rolleri daha sık vurgulamak gerekli görünüyor.