Michel Tournier’nin Cuma ya da Pasifik Arafı romanı hem felsefi bir hattın iyi bir uygulayımı olması, hem de mitoslara ve kadim geleneklere yaptığı vurgularla ufuk açıcı ve okunması gereken kitaplar arasında yer alıyor

Adadan adalara bir Robinsonat

BULUT YAVUZ

Robinsonatlar, edebiyat tarihinde türünün sınırları dar olmasına oranla oldukça hacimli yer kaplayan türlerden bir tanesidir. Uzamın tecrit edilmişliği ve sıfırdan başlama savı ile istediği anlatıyı kurabilme olanağını sağlaması, aynı zamanda temele alınan roman etrafında farklı yazarlar tarafından farklı perspektiflerle yeniden üretilmesi sayesinde erken koloni döneminden beri asla çekiciliğini kaybetmemiş bir türdür. Türün genel eğilimi ise bu tecrit edilmiş uzamdan evrensel bir topos çıkarmaktır diyebiliriz. Hem ütopik hem de distopik varyasyonlarında ecce homo! diye bağırıldığını duymak mümkün. Michel Tournier’nin Cuma ya da Pasifik Arafı ise, bu tür içerisinde oldukça ayrıcalıklı bir konumda bulunmaktadır. Buna Tournier’nin eski mitolojileri, kadim gelenekleri yeniden işlemesinin ve felsefeyi metinlerine çok iyi bir şekilde yedirmesinin de payı çoktur.
Roman bir açıdan Robinson Crusoe’nun aynısıdır; aynı şekilde bir kehânetle başlar, denize indirilemeyen bir gemi vardır, Cuma aynı şekilde kurtarılır, kısaca olay örgüsü Robinson’un gelen gemiyle adadan ayrılmaması dışında hemen hemen aynıdır. Bu yönüyle insana Borges’in Don Quixote Yazarı Pierre Menard’ını hatırlatır. Hatta Robinson’un adaya düşüş tarihinin Defoe’nun versiyonundan tam yüz sene sonrasına işaretlenmesi, bu iddiayı güçlendirir niteliktedir.

Toposun şizofrenisi
Genel olarak Robinsonatlar tek bir toposta geçer, ya ütopyaya ya da distopyaya dönüşmeleri de bundan kaynaklanır. Cuma ise aksine şizofrenik bir toposun çokluğunu, daha doğrusu çoğalmalarını sunar. Bu çoğalmanın ise kozmik zamanın ehliliği temelinde gerçekleştiğini belirtmek gerek. Defoe’nun Robinson’u adaya düştükten sonra neredeyse ilk iş olarak zamanın izini takip ederek, hiçbir zaman bir sapma yaşamadan kitap boyunca hep sağlam ve giderek güçlenen bir karakterken, Tournier kendi Robinsonu’na aynı zamanı böylesi sağlam bir şekilde evcilleştirme olanağı tanımayarak toposunu parçalamanın kapısını açar. Bu da tecrit edilmiş uzamın sonsuzca çoğalması, adaların takımadalara dönüşü demektir. Robinson zamanın izini her kaybettiğinde, başka başka adalarda başka bir Robinson olarak belirir. Kimi zaman düşkünler adasında bir düşkün, kimi zaman anne adada doğmamış bir bebek, kimi zaman çalışmanın icat edilmediği bir adada aylak, kimi zaman ise vahşidir. Bu çoğalma zamanın ehlileştiği sürecin kendisini de bu oyuna katan bir şeydir. Zamanın saatler ya da günler ile bölündüğü saat, işlediği zamanlarda orası Defoe’nun Robinson Crusoe’sunun aynısıdır ve adalardan yalnızca birisidir. Buradan hareketle Tournier’nin becerisinin merkeze alınan romana sapmalar yerleştirmek olduğu rahatlıkla söylenebilir. Cuma’nın varlığının ise başlı başına bir sapma olduğu da belirtilmeli burada.

Kadın-ada/Anne-ada
Romanın uzamını kuran ada, roman boyunca pek çok farklı niteliğine vurgu yapılarak sunulur. Bunlar içinde en vurucu olanları, kadın ve anne olarak nitelendiği anlardır. Kadın-ada Robinson’un cinselliğini açığa çıkarandır. Robinson adaya düştükten sonra, cinsel tatminini önce bir ağacın oyuğunda giderirken, bir gün bunu yaptığı esnada cinsel organını örümcek sokması sonucu, bunu tanrısal bir işaret olarak görür ve vazgeçer. Bunu izleyen süreçte, kendisine bir belen seçecek ve işlemi burada gerçekleştirmeye başlayacaktır. Hatta toprağa yönelen eylemin patlıcangillerden yeni bir bitkinin - Cuma’nın adayla birleşmesi bu bitkinin melez renklisini ortaya çıkaracaktır - adada belirmesiyle taçlanması da Cuma’nın adasının ayrıcalığını gösterir niteliktedir.

Öteki tarafta ise anne-ada vardır. Burası Robinson’un erzaklarını yığdığı mağara içinden girilen küçük bir oyuktur. Tam da Robinson’un cenin pozisyonunda adanın bebeği olarak yatmasına olanak veren, hiçbir sesin olmadığı Robinson için güç ve enerji kaynağı bir yer olarak keşfedilir; öte yandan Robinson burada geçirdiği zamanlarda kendisine gelen gücün adadan alınarak ona geldiğini ekinlerinin azlığı üzerinden keşfederek, orayı yasak bölge ilan edecektir. Romanın sonuna kadar bir daha asla buraya girmeyecektir Robinson, sonunda girdiğinde ise adanın yeni çocuğu Perşembe’yi bulacaktır.

Cuma ya da tecritin yıkımı
Tecrit edilmiş uzamındaki Robinson’un tecritini ortadan kaldıran, hatta adayı tecritten kurucu bir role getiren ise Cuma’nın gelişidir. Yamyamlar tarafından yenmek üzere getirildiği adada, şans eseri Robinson’a doğru koşarak kurtulan Cuma hem başka olarak hem de tebaasız bir krala tebaa olarak bulunur. Hiçbir emre karşı gelmez, hiçbir zaman itiraz etmez ve bu açıdan ideal bir köledir. Ancak Cuma bir yandan da hiçbir şeyi sahiplenmez ya da bağlanmaz, bu anlamda da nesnenin kötülük meleğidir. Adadaki düzenin sonunu getirirken, kendisine ait hiçbir şeyi kullanmaz, Robinson’a ait pipo ile yine Robinson’a ait barut fıçılarının birbirini bulmasını sağlayacak ideal bir nesneden farklı davranmaz. Düzenin sonu ile tecritin sonu aynı zamana denk düşer. Robinson’un hayatı boyunca didinip biriktirdiği her şeyin bir patlama ile yok olması, Robinson’un Cuma tarafından kurtarılışıdır.
Bu andan itibaren yavaş yavaş Cuma ile Robinson’un paganik tanrılara dönüştüğü bir öykü başlar. Cuma rüzgârdır, Robinson güneş. Simgesel cezalandırmaların - kendi biçimlerinde üzerinde gerçekleştirilen cezalar -, mutlak bir şimdinin (kozmik zaman) egemenliğinde geçip giden günler vardır. Robinson’un adadan ayrılmasına neden olan şey bile güneşin sabitliği gibidir, oysa Cuma rüzgâra uygun olarak ayrılacaktır gelen gemiyle.
Romanın aynı zamanda Nietzsche, Bataille ve Deleuze hattını sıkı bir şekilde takip ettiğini ve romanın sonunda Deleuze’ün sonsözünün bulunduğunu belirtmek gerek ki sonsöz İdris Şahin tarafından çevrilmiştir. Roman hem felsefi bir hattın iyi bir uygulayımı olması, hem de mitoslara ve kadim geleneklere yaptığı vurgularla ufuk açıcı ve okunması gereken kitaplar arasındadır.