Çok eski yıllarda İngiltere’de bir gelenek varmış. Sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalınıp herkese duyurulurmuş. Bir asil öldüğünde iki kez, kralın bir yakını öldüğünde üç kez, kral öldüğü takdirde ise dört kez çalınırmış. Günün birinde, herkesin hak aramak için sığındığı mahkeme, bir vatandaşı haksız yere mahkûm etmiş… Ve kilisenin çanı tam beş kez çalmış.

Ahali merak içinde kalıp papaza koşmuş: “Ey papaz efendi, kraldan daha önemli biri var mı ki o ölünce çan beş kez çalınsın…” Papaz yanıt vermiş:

“Kraldan daha önemli bir şey var!.. Adalet öldü.”

Adalet soyut değil, kıymetli ve yaşamsal bir kavram. O kadar kıymetli ki, adaletin felsefesini ve edebiyatını, insanın ruhuna dokunarak yazanlar ve onun erdemliğini insanın aklına ve yüreğine bir hak olarak ekmişler. Solmasın, ölmesin, yaşasın istemişler. Adaletin erdemliğini ve insanlık için ne kadar yaşamsal olduğunu ise, toplumsal hayatın soğuk cehennemlerde yaşadıkları travmalarla nakış nakış işleyerek yazmışlar.
Toplama kamplarındaki sıralı ve toplu ölümlerde tek çığlık vardı: Adalet! İnsanlar ölürken dahi “adalet ölmesin” diyerek direnmeyi seçmişler. Çocuklarına bırakabilecekleri en yüce mirası adalet bilmişler.
Örneğin Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel böyle bir insandı.

Sol kolundaki dövmede, A-7713 yazıyordu. Bu onun 1944’te Naziler Auschwitz-Birkenau toplama kampındaki sıra numarasıydı. Tüm ailesini Adolf Hitler gibi bir faşist diktatörün adaletsizliği ve zulmünde kaybetti.
Elie Wiesel, tanıklık ettiği tüm zulümlerin sonucunda dünyaya unutulmaması ve her daim akılda kalması gereken bir öğüt bıraktı; “Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir. Fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı.”

Türkiye’de adaletsizliğe itiraz edecek güç, birikim ve toplumsal akıl mevcuttur. Türkiye’de adaletsizliğe karşı itirazlara, düşüncelere ve hak temelli demokratik tutumlarını dile getirenlere AKP hükümetinin tahammülü olmasa da, bu toplumsal adalet ihtiyacını ve talebini toplumsallaştırmak mümkündür. OHAL ve KHK rejimi ile adaletin ve yargı bağımsızlığının, iktidar güdümüne terk edildiği bir dönemde, “Adaletsizliğe Hayır” itirazımızı diri ve canlı tutmalıyız.

Adaletin, hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının “üsttekilerin” elinde köleleştirilmiş ve baskı aygıtına dönüştürülmesine itiraz etmeliyiz. Adalet, yargı ve hukuk herkes için eşit ve ortak yaşamın temeli olmalıdır.
Devlete dinsel ve mezhepçi kimlik bulanlara, adalet ve laiklik kimliği bulmaları hatırlatılmalıdır. Çünkü adaletsizlik ve hukuksuzluk, toplumsal sevgiyi ve toplumsal vicdanı da öldürüyor. Oysa toplumsal sevgi ve vicdan, devlette adaletin ve toplumsal yaşamda barışın temelidir.

Devlete etnik kimlik bulanlara, insan haklarına ve onuruna dayalı, hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı kimliği bulmaları hatırlatılmalıdır. Eşit yurttaşlık hakkı temelinde bir arada ve barış içinde yaşama hakkımızın zemini ve teminatının sadece bu olduğu gerçeği yüksek sesle dillendirmelidir.

Adalet ve vicdan, AKP Türkiye’sine yabancılaşmıştır. Özellikle de OHAL ve KHK rejiminde, adalet ve bağımsız yargı mum ışığı ile aranır hale gelmiştir.

Gezi Direnişi ve 16 Nisan HAYIR hareketlerinden sonra, CHP, gecikmiş olsa da, “Adalet” yürüyüşü ile doğru ve siyasetin toplumsallaşmasına zemin yaratacak bir adım attı. Bu adım aslında bu sürecin tabandan gelen basıncın, adalet ve vicdani tekrar Türkiye ve devlet ile tanıştırmak isteyenlerin sokaklara ve hak meydanlarına akmasını talep eden beklentisine kucak açmaktı. CHP bunu iyi okudu ve gereğini yaptı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, herkesin insan haklarının saygı duyulduğu, korunduğu ve desteklendiği bir Türkiye toplumu için 25 güne kadar süreceği tahmin edilecek bir yürüyüş, CHP tarihinde bir ilk direniş örneğidir.

Özellikle İngiltere, Almanya ve Fransa’daki seçimlerde sosyal demokratların siyasetin direksiyonunu daha da sola kırarak oylarını artırdığını gören CHP, bu sol rüzgârın etkisini de kucaklamak istemiş gibi görünüyor. Ama bunu CHP için söylemek çok erken. Zira CHP’nin solun değerleriyle buluşması için çok yol kat etmesi gerekiyor.

CHP’nin alkışlanmayacak “dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet” kararına karşı, şimdi alkışlanacak bir iradeyi ortaya koyarak, “Adalet” yürüyüşü başlatması önemlidir. Herkesin amasız ve fakatsız bu hareketi desteklemesi gerekir.

Memlekette adalet yok. Kılıçdaroğlu’nun “AKP Sarayı ile Adalet Sarayı’nın Adaletsizliklerine” karşı yürüyüş toplumsallaşıyor.

AKP, MHP ve Vatan Partisi adalet talebine karşı aynı cephede ortaklaşsa da, adalet yürüyüşü HAYIR blokunu harekete geçirmiş ve desteğini almış görünüyor.

Çünkü toplumsal barışın, laikliğin ve demokrasinin inşası için, ilk adım, adaletin ve yargının bağımsızlığını sağlamaktır. Bu herkes için ortak payda diyebileceğimiz, demokratik bir önermedir.

Kimlikleri, meslekleri, inançları, dilleri ve siyasal tercihleri ne olursa olsun, demokratikleşmenin önünde engel olan adaletsizliğin ve yargının iktidara bağımlılığına karşı, tüm toplumsal kesimler adalet ve yargının bağımsızlığı için hak meydanlarına sahip çıkmalıdır.

Adaletin öldürülmesine izin verilmemeli, çocuklarımıza bırakılacak en kıymetli miras olmalı.