Önceki gün “Dünya insan hakları günü” hatırlandı.

Nasıl mı?

Basında çıkan birkaç kuru demeç ve BM Kalkınma Programı UN DP’nin “2018 yılı İnsani Gelişme Raporu’nda” yer alan insanlık endeksinde 189 ülke arasında 64. sıradan 59. sıraya gelmemiz müjdesiyle!

Bu arada “Çok yüksek insani gelişme kategorisine de” girmiş olduğumuz ilave edildi.

Yani ilk defa, uluslararası bir rapor alkışlarla(!) karşılandı.

Oysa aynı raporun; “İnsani gelişmede eşitsizlik farkı düşüldüğünde, Türkiye’nin değeri boyut endekslerinin dağılımındaki eşitsizliğe bağlı olarak %16.2’lik bir kayba uğramış... Türkiye, ayrıca eşitsizlik nedeniyle, İnsani Gelişme Endeksi değerinde, kendi bölgesinde yapılan sıralamada da geriye düşmüş.

Çok yüksek İnsani gelişme endeksine sahip ülkelerde eşitsizlik kaybı yüzde 10.7 iken, AB ve Orta Asya ülkelerinde yüzde 11.7’dir.

Bu durumda Türkiye Orta Asya ülkelerinin gerisindedir.

Üstelik Kadın/Erkek kazanımları arasındaki eşitsizliğin insani gelişmede yarattığı kayıp endeksinde ise 164 ülke arasında 66. sıraya düşmüştür.

Rapora kaynak olan verilerin ülkelerin resmi kurumlarından elde edildiği ve TÜİK’in veri sağlamaktaki sabıkası düşünülünce şu soru tekrar aklıma geldi.
Sahi insan hakları var mı?

Yaşamın ta kendisi olan insan hakları, eşitlik ve özgürlük kavramlarının var edilme mücadelesi, neredeyse insanlık tarihiyle eşit.

Devleti yöneten siyasiler, yurttaşlarına bu kavramlar üzerinden hizmet ettiğini iddia ederler.

Ancak hak, özgürlük, eşitlik ve dayanışmanın oluşabilmesi, evrensel hukuka dayalı adaletin gerçekleştirilmesiyle mümkün olur…

Şimdi de bu soru aklıma geliyor.

Adaleti oluşturacak evrensel hukuk işliyor mu?

Tam da 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde AİHM; Osman Kavala’nın avukatlarının 8 Haziran 2018’de uzun tutukluluk hali nedeniyle başvurularıyla ilgili kararını açıkladı.

AİHM, Gezi Parkı Direnişi’nin tek tutuklu sanığı olan ve 773 gündür Silivri’de tutuklu bulunan Kavala dosyası için; “Tutuklamanın politik amaçla yapıldığını belirterek AİHS’nin 18. Maddesi’nin ihlal edildiğine hükmetti.”

Dahası; “Yargılanma ve tutuklanmanın politik saik taşıdığına hükmeden mahkeme Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını” istedi.

Kararda; “Yetkililerin Kavala’nın ilk ve devam eden duruşma öncesi tutukluluğunun makul şüpheye dayanan tarafsız bir değerlendirme sonucunda olduğunu gösteremediğini tespit etmiştir” denildi...

Ayrıca AİHM, makul şüphe olmadan Kavala’nın siyasi sebeplerle tutuklanması ve Anayasa Mahkemesi’nin ihlal başvurusunu makul bir sürede incelememesi nedeniyle AİHS’nin ihlal edildiğine de karar verdi.

Üstelik Türkiye’nin ‘hürriyet ve güvenlik hakkı’ maddesiyle ‘meşru tutukluluk konusunda hızlı karara ulaşma hakkı’ ve ‘hakların kısıtlanması yolunun kısıtlılığı’ maddelerinin de ihlal edildiğini” açıkladı.

Ayrıca AİHM’in Türk yargıcı Saadet Yüksel’in bu karara; “Yerel mahkemelerin gerekçelerinin yetersiz olduğunu düşünsem de, Kavala’nın tutuklanmasının yasal bir amacı olmadığı anlamına gelmez” diyerek şerh koyması, Türkiye’de yargının taraflı ve bağımlı olduğunu anlamını taşıyor...

Böylece AİHM, Selahattin Demirtaş’tan sonra Türkiye hakkında 18. Maddeden yani politik amaçla yapıldığına dair ikinci ihlal kararını vermiş oldu.

Bilindiği gibi AİHM, 20 Kasım 2018 tarihli kararında, “dava öncesi tutukluluk süresinin uzun olmasının Türkiye’de Meclis’teki siyasi faaliyetlerde yer almasını engellediğini, bunun da ifade özgürlüğü ile seçme ve seçilme özgürlüğüne haklı olmayan müdahale anlamı taşıdığını belirtmiş oy birliğiyle Demirtaş’ın tutukluluk halinin AİHS’ne aykırı olduğuna kararını vermişti.

O zaman AKP Genel Başkanı; “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demiş, AİHM içinde “terörist sevici” ifadelerini kullanmıştı…

AİHM kararlarına uymak anayasal zorunluluk!

Selahattin Demirtaş hala Edirne Cezaevi’nde.

Osman Kavala İçin verilen kararla ilgili henüz ses yok…

Bu durum da Türkiye’de yargı bağımsız ve tarafsız mı?

Hak, hukuk, adalet oluşabilir mi?