Adaletler saraylardan dağıtıldığı müddetçe, hiçbir biçimde adalet sağlanamaz. Adaleti sarayda aramaya mecbur bırakılmış halka yönelik en büyük hak gaspı da; devlet tarafından insanların bu arayış kanalına zorla sürüklenmiş olmasıdır.

Adalet Sarayları neden büyüktür?

SERHAT HALİS

Mülk adaletsizliğin temelidir! “Adalet Sarayı” gibi bir tamlama, tamlamayı oluşturan her iki sözcüğün doğasına da aykırı. Olgusal olarak “saray” ve “adalet”, doğuştan düşman iki yapı olarak yan yana gelemez. Saray, sömürü ve eşitsizlik üzerine kurulu; gasp, zulüm ve ganimet saltanatını temsil ederek, tam da adaleti öldürmenin adı zira… Adalet ise her türden gasp, sömürü ve zulüm üzerine kurulu düzeni olduğu gibi ve olduğu için, sarayı da yok etmenin adı. Bu anlamıyla adalet tesis etmesi beklenen yapıyı “saray”la ifade etmek, 'saray'ın tarihte temsil ettiği adaletsizlik göz önüne alındığında, adalete ihtiyaç duyanlarla dalga geçmek demek bir yönüyle de...

Adaletin saraylara hapsedilmesi başlı başına bir krize işaret eder. Saraydan beklenen bir adalet toplumsal yaşamda hâkim kılınmış doğru bir adalet olamayacaktır ya da başka bir ifade biçimiyle; toplumsal yaşamda/sosyal pratikte adaleti hâkim kılamamışsanız, onu ancak saraylara hapsedersiniz. Bugün Türkiye’de yaşanan her türden adaletsizlik, tam da bu durumun bir neticesi değil mi zaten? Bu yüzden Türkiye’de ve tüm kapitalist dünyada ‘Adalet Sarayları’ vardır ve bu yüzden bu ‘saraylar’ çok büyük yapılardır.

“Türkiye’de 'adalet sarayları' neden büyüktür” gibi bir soruya vereceğimiz iki yanıt var:

1) Adaletin (özünün) olmadığı bir yerde, öncelik/önem, onun biçimine verilir.

2) Adalete ihtiyacı olan insanların çok olduğu bir yerde adalet sarayları büyük yapılır.

Her iki durumda da adalet saraylarının büyüklüğü, olumsuz bir duruma işaret eder. Bu anlamıyla, adalet saraylarının büyüklüğüyle övünmek, komik olmanın da ötesinde, trajik bir ahvale işaret ediyor

Türkiye’de adalet saraylarının büyüklüğü, adaletin küçüklüğünü kamufle etmenin bir yolu olarak karşımıza çıkıyor. Adaletin küçüklüğünü örtmek için adalet saraylarını büyük yapıyorlar. Kendine güveni olmayan bir yapı, zoru biçime verir elbette. Şayet öz zayıf ise kendini var etmenin tek yöntemi biçime yüklenmektir zira. Türkiye’de adalet saraylarının boyutuna ve biçimine bu kadar önem verilmesinin nedeni, adaletin özünün zayıf olmasıdır kuşkusuz. Bu tıpkı eski ve/veya “çirkin” otomobillerin, mavi ışıklar ve envai çeşit süsleme yöntemiyle ‘modifiye’ edilmesi gibidir. Böylesi bir 'modifikasyon'u biz, kendine güveni olan, yeni ya da süslenmeye ihtiyaç duyulmayan otomobillerde görmeyiz mesela. Bu, süslenmeye ihtiyacı olduğu düşünülen araçlara uygulanıyor, çünkü bu yöntemle otomobil, cinsleri arasında var olma çabasına giriyor. Çevresinde olup kendisinde olmayanın yarattığı kompleksin neticesi olarak; aradaki farkı biçimle kapatma gayreti içine giriyor.

Örneğin bugün Türkiye’de “İtibardan tasarruf olmaz” denilerek yapılan bin odalı saraylar, gereksiz hava limanları, alınan lüks otomobiller; yoksullukta küme düşmüş bir ülkeyi, zengin gösterme çabasının komik sonuçlarıdır. Fakirleşme arttıkça, biçimle fakirleşmenin kamufle edileceğine inanılıyor zira. Kendisini aynı takımın parçası saydığı devletler arasında var etmeye, zengin göstermeye çalışan, yoksul ve gösteriş budalası “taşra devleti” refleksleri bunlar.

Bu anlamıyla adaletin olmadığı ya da çürük olduğu bir ülkede, çürük adaletin kendini hemcinsleri arasında var edebilmek adına 'modifiye' etmesi çok anlaşılır... Çürük adalet sahibi devlet, çevresinde olup kendisinde olmayanın yarattığı kompleksle; aradaki farkı biçimle, şatafatla kapatma çabasına giriyor. Böylelikle adalet saraylarının büyüklüğü ile adaletin küçüklüğü arasında bulunan doğru orantıyı da kanıtlamış oluyor.

Adalet saraylarının bu kadar büyük olmasının bize anlattığı bir başka şey ise adaletsizliğin, hak gaspının ve suç oranının yüksek olması nedeniyle, adalet saraylarının büyük yapılmaya ihtiyaç duyulmasıdır. Zira adalete ihtiyacı olan insanların çok olduğu bir yerde, adalet sarayları genişlemek zorundadır. Bu anlamıyla adalet saraylarını genişleten bir devlet, adaletsizliği ve adalet arayanları da yığınsal olarak genişletmiş demektir. Tam da bu noktada, adalet saraylarının büyüklüğü ile adaletsizliğin büyüklüğü arasında bir doğru orantıyı bir başka bağlamda daha görüyoruz.

Adalet saraylarının büyüklüğü ile övünmek; hem olmayan adaletle övünememenin bir sonucu olarak, “Adaletimizle övünemiyoruz ama onun binası olan büyük yapıyla övünüyoruz” demektir; hem de “Adaletsizliği o kadar yaygınlaştırdık ve adaletsizliğe uğrayan o kadar muazzam büyüklükte bir toplum yarattık ki, adalet saraylarını da büyütmek zorunda kaldık” demektir.

Meramımızı bir kez daha çok kısaca özetleyerek yazımızı sonlandıralım: Türkiye’de adalet sarayları neden büyüktür? Adalet küçüktür de ondan. Türkiye’de adalet sarayları neden büyüktür? Adalete ihtiyacı olan insanlar çoktur da ondan.

Adaletler saraylardan dağıtıldığı müddetçe, hiçbir biçimde adalet sağlanamaz. Adaleti sarayda aramaya mecbur bırakılmış halka yönelik en büyük hak gaspı da; devlet tarafından insanların bu arayış kanalına zorla sürüklenmiş olmasıdır.

Unutmadan; sarayın olduğu yerde adalet, adaletin olduğu yerde de saray olmaz!