Masamın üstünde siyah beyaz bir fotoğraf… Bir adam delici bakışlarıyla karşımda duruyor. Briyantinli saçlarını arkaya doğru taramış. Yuvarlak çerçeveli gözlüğünün ardında olabildiğince sakin. Üstünde şık bir takım elbise. Adı: Hans Litten. Hitler’i 1933 seçimi öncesinde yargılayan bir hukuk adamı.

Her şey henüz Hitler’in Alman kamuoyuna, yargı ve hukukuna temiz göründüğü sırada başlıyor. “Kahverengililer” ya da “SA” olarak bilinen paramiliter yapının, Berlin’de komünistlerin toplandığı “Eden Palace”a yaptığı saldırının davası Alman Ceza Mahkemesi’nde görülüyor. Hitler, tanık olarak çağrılıyor. Litten’in tek amacı var: Nazilerin bu saldırıyı parti doktirinleri ile yaptığını kanıtlamak. Bu sayede faşizmin Almanya’daki etkisini sıfırlamak. O zamana kadar Hitler’in kanunlara ve demokrasiye saygılı olarak çizdiği imajının arkasındaki gerçek yüzünü, hatta ikiyüzlülüğünü gün yüzüne çıkarmak.

Hitler iktidar olur olmaz bütün nefretini ona yöneltiyor. Önce suç isnat ederek tutuklatıyor. Yetmiyor toplama kampına gönderiyor. Yetmiyor sayısız işkenceye uğratıyor. Onca insanlık dışı uygulamaya direnemiyor Hans. En sonunda intihar ediyor. Daha doğrusu intihar ettiği öne sürülüyor.

♦♦♦

Alman yazar Mark Hayhurst tarafından, Litten’i anlatan bir oyun metni masamın üstünde duran fotoğrafa eşlik ediyor. Son yıllarda onun hakkında oyunlar yazılmış, belgeseller çekilmiş. Adına hukuk ödülleri verilmeye başlanmış. Bir de BBC yapımı var: “The man who crossed Hitler” Bir anlamda iade-i itibar yapılmak istenmiş.

Bir avukatın hukuk adına, adalet adına son nefesine kadar çırpınışının öyküsü bu. Ardında ise oğlunu kurtarmak isteyen bir annenin feryadı var. Onun peşinden koşan... Yabancı diplomatlarla görüşen... Yardım isteyen bir kadının çaresizliği nefes almamızı zorlaştırıyor. En sonunda Bayan Litten İngiliz büyükelçisi ile konuşuyor. Onun evladını kurtaracağından neredeyse emin. Ama zaten sıkıntılı olan iki ülke ilişkilerini daha da felce uğratmamak adına İngilizler hiçbir şey yapmıyor.

Hans Litten göz göre göre kurban edilmiştir artık.

♦♦♦

Sokrates’e halkı özellikle de gençleri tanık olduklarını düşünmeye yönlendirdiği, dolayısıyla düzeni çimdiklediği için öldürücü baldıran zehrini içirdiler.

Fizikçi Galilei’yi Güneş’in Dünya’nın çevresinde değil, Dünya’nın Güneş’in çevresinde döndüğünü ısrarla söylediği için öldürdüler.

Sacco ile Vanzetti’yi, ABD’deki komünist avı döneminde birer işçi önderi oldukları için komplo sonucu tutukladılar ve sınıf çıkarına kurban ettiler.

Bruno’nun engizisyon yargıcına söylediği son söz, “Benim ölümümden benden daha çok korkuyorsunuz”du.

Bu ülkede pek çok aydın siyasi cinayetlerde yaşamını yitirdi. Ne yazık ki adalet mekanizması tam olarak işletilmediği için de öldürüldükleriyle kaldı hemen hepsi. Oysa Camus her zamanki gibi haklıydı: “Adalet olmadan düzen olmaz!”

♦♦♦

Önceki gün “Avukatlar Günü”ydü. Son yıllarda yaşadıklarımız, gelecekte iade-i itibar içerikli filmleri, oyunları, belgeselleri yaptıracak bizlere. Bir kere daha Hans Litten’i anımsayacağız. O, “adalet” için başka ülkelerden, yapılardan medet ummanın sakatlığını bir kere daha fısıldayacak kulağımıza. “Kendi göbeğinizi kendiniz kesin!” diyecek.