AKP- Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılından beridir, yani tam 13 yıldır ülkede iktidar. Öyle bir ‘iktidar’ ve ‘muktedir’ ki zaman zaman parlamento içi ve dışı muhalefeti de yok sayıyor. Ve AKP iktidarının 2014 yılından bu yana ‘kurucu aktörü’ Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla bu iktidarlığın daha da büyük ölçüde muhalefet tanımazlığının alabildiğine pekiştiği bir gerçeklik var.

En hafifinden meydanlarda ısrarla ‘400 vekil’ beklerken, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra salt çoğunluğun altına düşmesinin yarattığı hırçınlıkla illa ki yeniden iktidar olmayı zorlayarak talep etmenin ruh ve egemenlik kurma halinin ülkeyi getirdiği ‘kaos ortamı’ ortada!

Kendisine ‘ad’ olarak seçtiği ‘adalet’ ve ‘kalkınma’ kavramlarının adına ‘yabancılaşma’nın, belki de hiç özdeşleşmemenin bu denli içselleştiği bir siyasal ‘varoluş’la karşı karşıya olunduğunun tipik halidir önümüzde duran.

Adil mi? Hiç değil…

Kalkınabilmiş ya da kalkındırabilmiş mi? O da değil…

2002’de AKP ilk iktidar olduğunda Türkiye cezaevlerinde 60 binden az tutuklu / hükümlü mahkûm yatıyordu. Üstelik ülke 90’lı yılların pek karanlık döneminin hâlâ ağır izlerini taşıyordu.

13 yıl sonra bugün 2015’te içerideki insan sayısı 2002 yılı rakamının neredeyse üç katına ulaşmış durumda; cezaevlerindeki insan sayısı 170 binin üzerinde. Ve siz bu satırları okuduğunuzda her saat, her an gözaltına alınan, tutuklanan insan sayısı hızla artıyor. Öyle ki Kürt coğrafyasındaki cezaevlerinde yer kalmadığı gerekçesiyle Karadeniz, İç Anadolu ve Trakya bölgesindeki cezaevlerine sevkler başlatılmış durumda.

Ve dahi cezaevlerindeki tutsakların ‘Açlık Grevleri’ 20’nci gününde…

Cezaevleri yetersiz görülmüş olmalı ki; önümüzdeki beş yıllık zaman diliminin programına 200 küsur yeni cezaevi yapılması programla(n)mış. İktidar olduğu 2002-2015 yılları arasında ise 13 yılda 94 cezaevi yapmış ve ‘hizmete açmış’ iktidar.

Faili meçhuller, Roboski, Suruç gibi toplu katliamlar, infazlar, Soma gibi kötü iş koşulları nedeniyle toplu işçi ölümleri ya da göz göre göre işçi katliamları almış başını gitmiş bu 13 yıllık iktidar sırasında…

Demek ki adalet tersten ‘tecelli’ etmiş! İçeridekilerin sayısı arttırılıp, dışardakilerin ise ‘korku cumhuriyeti’nin yurttaşı olması düzen / intizam haline getirilmiş.

Belki de adına ‘kalkınma’ denen ve aslında yurttaşların ekonomik refahı, mutluluğu için tasarlanan kavramsallığın varlık sebebi bu baptan kurumsallaşmış: Ülkeyi toplu mahpushaneye dönüştürmek…

Yaygın ve alışılmış algı hali vardır. Derler ki “Kim neye ihtiyaç duyarsa onu dillendirir, onu sahiplenir”.

Bu sebeple 1 Kasım 2015 ‘ihtiyaç’tan yenileme seçimleri sebebiyle yaklaşık iki ay uzatılarak kurulamayan / kurdurulamayan koalisyon hükümeti sonrası Seçim Hükümeti kuruldu. CHP ve MHP’nin seçim hükümetine bakan vermemesi, HDP’nin de bir üyesinin önce karar verip sonra vazgeçmesinin ardından HDP’nin iki üyesi ile 11’inin adları ‘bağımsız’ olsa da iki HDP’li hariç diğerlerinin tümü AKP’li bir seçim hükümeti oluştu / oluşturuldu.

Seçim hükümetinin AKP’li Başbakanı, Halkların Demokratik Partisi’ne Kalkınma Bakanlığı ile Avrupa Birliği Bakanlığı’nı uygun gördü.
Adaletin kenarından köşesinden geç(e)mediği için ‘Adalet’i kendisine tahsis etti.

Kalkınma ise gündemlerinde olmadığından ‘Kalkınma’yı Halkların Demokratik Partisi’ne uygun gördü. Avrupa İlişkileri’ni de.

Bu aslında tersten şanstır, HDP ve muhalif kimliğe. ‘Kalkınma’nın ne demek olduğunu programatik bir dille anlatmak mümkün, hem de bakanlık kurumsallığı ve kimliği üzerinden. Yine ülkede artık adının telaffuzunun dahi bir hayli zor olduğu hak / hukuk / meşruiyet kavramlarının AB Bakanlığı üzerinden dünyaya ‘faş’ edilmesinin de mümkünatı var.

Tabii ‘adalet’i kıskançlıkla kendine saklayan ve hiç de ‘adil’ olmayan miadı dolmuş bir muktedire karşı elbette.

Not: Gördüğün gibi ‘Sayın Muhbir Vatandaş’ım ben yazarak aslında kendimi ‘ihbar’ etmiş bulunuyorum. Lütfen sen zahmet etme. Hem ülkenin senin ihbarın karşılığı ödeyeceği parasına yazık! Belki yol, su, elektrik olarak; ya da olmadı biber gazı olarak bizlere geri döner…