Stres belli düzeylerde olduğunda insanı geliştirici etkisi olan, vücudun dışarıdan gelen etkenlere karşı verdiği bir reaksiyondur. Stres yaratan durumlar bizi zorlayabilir, ancak çoğu her zaman zarar vermez; optimal düzeyde olduğunda geliştirici etkileri de olabilir. Ama insanda, stres yaratan olayların frekansı, sıklığı, kişinin niteliklerini ve o andaki yük kaldırabilirliğini aşan boyutta olduğunda ve stresin kaynağı olan […]

Adaletsizlik toksiktir

Stres belli düzeylerde olduğunda insanı geliştirici etkisi olan, vücudun dışarıdan gelen etkenlere karşı verdiği bir reaksiyondur. Stres yaratan durumlar bizi zorlayabilir, ancak çoğu her zaman zarar vermez; optimal düzeyde olduğunda geliştirici etkileri de olabilir. Ama insanda, stres yaratan olayların frekansı, sıklığı, kişinin niteliklerini ve o andaki yük kaldırabilirliğini aşan boyutta olduğunda ve stresin kaynağı olan durum geleceğinizi tehdit eden, fiziksel veya ruhsal varlığınızı zora sokan bir stres ise toksik strestir. Fakat otobüsü kaçırmak strestir ama toksik değildir. Ya da eşinizle o gün tartışmalı bir şekilde güne başlamak strestir ama toksik değildir. Her güne o şekilde başlarsanız, stres toksikleşir. Yararlı, optimal hale dönüştürülemez.

Adaletsizlik en çok temel güven duygusunu sarsıyor. Haksızlık hissini doğuruyor. Haksızlık algısıyla birlikte genellikle gelen duygu öfke. Öfke de genellikle savunma niteliğinde olan saldırgan dürtüleri tetikliyor. Çünkü saldırıya uğramışlık duygusunu veren, sınırlarınızın aşıldığı, elinizdekinin alındığı bir durum yaratıyor. Bu nedenle toksik etkileri olan bir stres. Böyle şeyler sadece bir kez değil, devamlı, peş peşe oluyorsa birikiyor. Kümülatif stres, stresin tekrarlanarak birikmesiyle oluşan bir kavram. Toksik ve kümülatif stres birbirinin alternatifi değil. Kişisel hayattan örnek verirsek boşanma, hastalık, sevdiğimizin ölümü her biri yüksek düzeyde birer stres; ama bu stresler her zaman toksik olmayabilir. Ama, aynı kişinin hayatında bu tek tek toksik olmayabilecek streslerin üçü birden dar bir zaman diliminde olursa kümülatif stres oluşuyor. Bunun önemi şu: organizmamız, biyolojik ve psikolojik varlığımız, küçük ya da büyük stresle karşılaştığında zaten belli bir düzeyde savunma pozisyonuna geçiyor. Savunma pozisyonu başta biyolojik olarak bir mücadeleye hazır olma için gereken hormonal değişiklikleri harekete geçiriyor, kortizol başta olmak üzere.

Kortizolün rolü

Stresle ilgili çalışmalarda en çok kortizol düzeyi kritik. Sabah saatlerindeki kortizol düzeyi, uyuyup uyandıktan sonra nasıl kalktığımız stres düzeyini yansıtmak açısından önemli. Nitekim mesela ağır depresyon, sabah çok kötü bir duygu durumu ile karakterizedir. İntiharların büyük bölümü sabaha karşı gerçekleşir. Gecenin nasıl sabaha vardığı, sabah nasıl kalktığınızı etkileyen bir şey. Özetle, kortizol düzeyi yüksekliği strese maruz kaldığımızın bir göstergesidir. Stres sürekli olduğunda, tekrarlayıcı olduğunda, “kümülatif” birikici tipte stres olduğunda, bu “küçük” streslerin birikimi sonucu toksikleştiğinde veya tek ve travmatik niteliği yüksek bir stres unsuru toksik bir etki gösterdiğinde, vücutta oluşan hormonal aşırılıkların, başta kortizol düzeyine bağlı olmak üzere, bilhassa beyin dokusunda bellekle ilgili sistemleri tahrip edici etkisi olmakta. Bellek, bireyin dünyayla ilişkisini, dünyayı kavrayışını, dünyasını belirleyici bir rolde. Çünkü biz devamlı hayatla ilgili bir hikâye, dünyamızla ilgili senaryolar yazıyoruz, başkalarıyla ilgili senaryolarımız da var. Zihnimiz yazıyor bunu, varlığımıza bir anlam kazandırmak amacıyla. İşler ters gidince, toksik stresin karmakarışıklaştırdığı belleğimiz, dünyayla ilişkimizi çarpıtmaya başlıyor. Anılarımıza dayanarak oluşturacağımız hedefleri, bir bakıma yaşama amacımızı ya da amaç oluşturabilme kapasitemizi kaybedebiliyoruz. Klinik bir depresyonda olmasanız bile, toksikleşen veya kümülatif stresi yaşam amacını kaybetme, umutsuzluk, güvensizlik şeklinde yaşayabiliyorsunuz. Bunun en belirgin örneklerini ihmale ve şiddete uğramış çocuklarda, yoksullarda, yerinden yurdundan olmuş, savaşa yakalanmış, başına felaketler gelmiş insanların hayatlarında görüyoruz. Örneğin, kamu kurumlarına ve devlete güvenme ihtiyacımız var; onlar bizim hem psikolojik-fiziksel güvenliğimizi sağlamak hem de kendi içinde tutarlı, öngörülebilir bir düzende yaşama ihtiyacımızı karşılamayla sorumlular. O nedenle kamu kurumları, devlet kurumlarının yaptığı adaletsizlikler, tıpkı anne babamızın yaptığı adaletsizlikler gibi, varoluşumuza ilişkin kaygılarımızı arttırıyor, sahipsizlik duygumuzu, hayatın karmaşıklığı karşısındaki çaresizlik duygumuzu çoğaltıyor, öfke, saldırganlık peş peşe geliyor.

Çocuklar toksik strese nasıl dayanır?

Böyle durumlar aileler içinde olduğunda anne-baba ile ilişkilerinde kendilerini ihmal edilmiş, adaletsizliğe uğramış hisseden çocuklar, dayanabilmek için kardeşleriyle, arkadaşlarıyla ilişkilerine tutunabiliyor. Dayanışma orada bir araç oluyor. Tabii, bu kaynakları yaratamayan, kullanamayan çocukların çoğunun suç, toplum dışılık gibi yönlere sürüklenmeleri yüksek olasılık.

Koruması, kollaması, esirgemesi gerekenlerin yaptığı adaletsizliğin toksik etkilerine dayanabilmek için başka dayanaklar, kaynaklar buluyorsunuz. Kendiniz gibi olan insanlara, size saygı gösteren değer veren insanlara tutunuyorsunuz. Bu bazen adalet vaatleriyle kandırılmanıza, ayartılmanıza da imkan verebilir. Toplumsal adaletsizlik ya da ailenizdekinin negatif, toksik stres etkilerinden bir şekilde korunuyorsunuz. Kurtulamazsınız, ama korunabilirsiniz. Toplumda da insanlar arasındaki dayanışma, birbiriyle konuşma, paylaşmanın bile bu tür stres etkilerini nötralize ettiğini görüyoruz. Bunun klinik düzeydeki karşılığı psikoterapi, psikolojik destektir. Safları sık(ı)laştırmak derken kastedilen de, insan ilişkilerini sıkılaştırmak, başkalarının hayatımızdaki yerini, bizim başkalarının hayatındaki yerimizi anlamak, tanımlamak, güçlendirmektir.

Adaletsizlik bir yönetim yöntemi

Varlığını sürdürmek için mutsuz ailelerin çocuklarla ilgili kullandığı yöntemlerden birisi adaletsiz yaklaşımlar, keyfi tutumlar. Bazen anne-babalar, kendi rahatını gözeten bakış açılarıyla çocuklarda ikilik yaratmakta, çocukların çatışmasıyla aileye bir varlık sebebi oluşturmakta. Ama, bu durumlarda ailelerin en azından böyle bir amaç gütmeksizin, davrandıklarını biliyoruz. Anne babaların bilinçdışı mekanizmalarla o rollere sürüklendiklerini, kendi çocukluklarının getirdiği zorlanmalarının sonucunda böylesi durumların yaşanabildiğini görüyoruz. Kendi geçmişlerinde yaşadıkları dramalar, çocuklarının dramasına dönüşüyor. Halbuki bunu kamu görevlisi, yönetici, politikacı her ne şekilde toplumu yönetme sorumluluğunda olanlar, bunu bilerek ve isteyerek, bir varlık sürdürme aracı olarak kullanarak yapıyorlar. Aile içindeki durum dramatik, diğeri ise bir adaletsizlik, ciddi bir yanlış. Aradaki fark o.

Çocuk yetiştirirken hiç hata yapmamak mümkün mü?

Hepimizin çocuklarımızı büyütürken, anne babalarımızın da bizi büyütürken yaşadığı sayısız pişmanlığı, yanlış olduğu sonradan çıkan başta doğru diye alınmış sayısız kararı var. Tüm kararların doğru olması ya da doğru çıkması gerekmiyor. Bu da ayrı bir durum. Her kararımız doğru olabilir mi ki? O nedenle, bazen ailelerin çok kritik olmayan durumlarda bile doğru karar alalım diye bir danışman görüşü aldıklarını görüyoruz; bu da ruh sağlığı alanında çalışanlar olarak ya da bu konularda hap önerileri içeren yazılarla istemeden beslediğimiz bir tür bağımlılık doğuyor. Dikkatli olmamız gerekiyor. Her sorunun bir kitapta cevabı yok, böyle bir başyapıt kitap da yok, olmasın lütfen.

İş yaşadıklarımızdan ders çıkarmaya gelip dayanıyor. Değerlendirmeye, ders çıkarmaya değer bir hayat yaşamak istiyorsak…

*Tuğçe Isıyel’in sorularına yanıtlardan yazılaştırılmıştır.